Wednesday, April 9, 2014

ETİYOPYA



Etiyopya Anıları


Geçmiş yıllarda yaptığımız uçuşlarla THY’den kazandığımız millerin 2013 yıl sonuna kadar kullanılmaması halinde yanacağı haberini alınca bugüne kadar gitmediğimiz bir yere gidelim istedik.

İlk aklımıza gelen Maldivler idi. THY ile yaptığımız istişarede birikmiş mil puanımızın buraya yetmeyeceği ortaya çıktı. Alternatif olarak Addis Ababa ismi önerildi. THY’de de uygun gidiş geliş tarihlerinde müsait mil kontenjanı koltuk bulununca bizim program kesinleşiverdi. Addis Ababa ismini ilk kez Ankara Kolejine başladığımız 1960’lı yıllarda öğrenmiştim. Okulumuzun yakınındaki Savarona pastanesinin en gözde pastasının adı Addis Ababa idi. Dondurmalı, çikolatalı piramit şeklinde dilimlenen bir pasta idi. Kısıtlı harçlıklarımızdan biriktirdiklerimizle almaya çalışırdık. Nasıl olsa (vergiler hariç) birikmiş mil puanları ile alındığı için ve “ nasıl olsa bedava bal her zaman sirkeden tatlıdır” mantığı ile tatlı bir pasta diye bildiğimiz Addis Ababa’ya gitmeye karar veriverdik.





İstanbul dan 4 saat 40 dakikalık bir uçuşla Addis Ababa’ya sabaha karşı vardık. Yaklaşık 2 saatlik bir pasaporttan geçme ve para bozdurma için bekleme sonrası henüz güneş doğmadan çıktığımız bina dışında hava acayip soğuk. Isı 5 derece. İstanbul da bıraktığımız (üstelik Şubat ayında), 18 -20 derecelik bir iklimin Ekvatora çok yakın (9 derece Kuzey enleminde yer alan) burada, bu kadar soğuk olmasını hiç beklemiyordum. Sonradan anladık ki burada rakım 2500 metre. Meğer Addis Ababa ve Etiyopya Afrika’nın damı diye anılırmış. O nedenle burada ısı yılın tümünde geceleri çok düşük, gündüzleri ise en az 18, en çok 23 derece olurmuş. Yani nerdeyse iklim değişikliği olmayan bir yer. Gece ve gündüz yılın her döneminde eşit uzunluktaymış. Halk arasında, ısı değişmemesine rağmen en çok yağmur yağan Haziran- Eylül ayları kış mevsimi diye anılıyormuş.

2005 yılında açılan Bole Hava limanı halk arasında kısaca Addis diye anılan şehre çok yakın. Neredeyse içinde sayılır. Havalimanının sınırını belirleyen çitten sonra şehir başlıyor. İnternetten bulup rezervasyon yaptırdığımız otelimizde çok yakında imiş. Hava karanlık olmasa neredeyse yürüme mesafesinde sayılabilir.


Biz World Traveler’den edindiğimiz bilgilere dayanarak pazarlık edip taksi ile gittik. Taksiciler 350 Bırr. istediler. 250 ye anlaşıp, 5 dakikalık mesafede ki otelimize gittik. Birkaç gün sonra öğrendik ki havalimanından şehre giden dolmuşlar aynı mesafe için sadece 1.5 Bırr alıyorlar. Hemen hatırlatayım. Etiyopya da para birimi Bırr. 1 USD yaklaşık 19 Bırr. TL ye çevirirsek 1Bırr 11 kuruş. Yani 20 kuruşluk yere 15 USD ödemişiz. Napalım öğreneceğiz diyip, turistliğe başlıyoruz.


ZAMAN AYARI;

Her uçuşta olduğu gibi, inerken pilotumuz yerel saatin TSAdan 1 saat ilerde (GMT+3) olduğunu belirtti ve saatlerimizi bir saat ileri aldık. Ama burada zaman ayarı için bu yetmiyor. Sadece saatinizi ayarlamanız değil TAKVİM inizi ayarlamanız gerekiyor.

Burada zaman 7 Gün ,7 Ay , 8 Yıl geriden geliyor. Kafa karıştırıcı.


Açıklayalım. Burada bizim kullandığımız Gregoryen Takvimi yerine Jülyen Takvimi uygulanıyor. Benim öğrenebildiğim kadarı ile Dünyada sadece burada kullanılmaya devam ediliyormuş. Gerekçe olarak da geleneklere bağlı kalmak gösteriliyor.Jülyen takvimine göre her yıl 13 ay . Evet 13 ay. Her biri 30 günlük 12 ay ve 4 senede bir 6 gün çeken, normalde 5 günlük 1 ay.


Yılbaşılar, bizim 11 Eylül'ümüze tekabül eden 1 Meskeren.


Daha kolay anlaşılsın diye bizim takvimimize göre şöyle özetleyelim.


1. ay Eylül = Meskerem


2. ay. Ekim = Tikem


3. ay. Kasım = Hidar


4. ay. Aralık = Tahihasi


5. ay. Ocak = Tırsi


6. ay. Şubat = Ykatiti


7. ay. Mart = Mesabit


8. ay. Nisan = Miyaziya


9. ay. Mayıs = Girbot


10. ay Haziran= Sene


11. Temmuz = Hamie


12. Ağustos = Nekase


13. ve 5 günlük Pegame. ( Çok kısa olduğu için Pigme den esinlenilerek isimlendirilmiş olsa gerek)


Yani bizim orada olduğumuz 22 Şubat 2014 tarihinin Etiyopya’daki Jülyen takvimine tekabül eden tarihi 15 Ykatiti 2006 oluyormuş.
Bitmedi . Kafayı karıştıracak bir başka konu da günler 24 saat değil 12 saat. Yani saat 6 da öğlen oluyor. 12 de gece yarısı. Ülkemizde bu saat uygulamasına Osmanlı döneminden sonra veda edilmiş. Ancak geleneklerine bağlı olmakla övünen Etiyopya’da sürüyor.

Biz sadece saatimiz 1 saat ileri alarak devam ettik. Çünkü dönüş için uçak biletimizin vaktini şaşırmak tehlikesi olabilirdi.

ETİYOPYA

Afrika’nın damı diye anılan bir ülke. Rakım çok yüksek. Nil nehri buralardan doğuyor. 1,12 milyon kilometrekare yüz ölçümüne sahip.


4. – 15. kuzey enlemleri arasında yer alıyor. Nüfus son tahminlere göre 91 milyon. Halkın % 60’ı Ortodoks Hıristiyan, %30 kadarı Müslüman. %10 kadar Afrika kabilelerinin inançlarını takip eden var. Genelde kadınların minyon yapılı olduğu, çok esmer tenli insanların yaşadığı bir yer burası. Eski adını biz Habeşistan diye biliyoruz. Ancak burada tarihi adı ABYİSSİNA diye biliniyor. Etiyopya “yanık tenli insanlar ülkesi” anlamına geliyormuş. Bunun doğruluğunu ilk gün havanın bulutlu olmasına inanıp, şapkasız dolaştığımız için başımızın derisi yanıp soyulunca derhal anladık.

Afrika’nın en eski devleti olarak biliniyor. Afrika da bu güne kadar sömürge olmamış, kolonileştirilmemiş tek ülke imiş. Etiyopya Birleşmiş Milletlerin kurucu üyesi. Ayrıca Afrika Birliğinin merkezi Addis Ababa. Bu nedenle dünyada New York’tan sonra en çok sayıda ülkenin diplomatik personelinin bulunduğu şehir Addis’miş.Çok sayıda yerel dilin konuşulduğu, bu ülkede resmi dil AMHERİKce. Yazı da buna paralel olarak AMHERİK alfabesi ile.

Amherik alfabesi hiçbir yazıya benzemiyor. Başka yerde kullanıldığını da tahmin etmiyorum.

Ülkenin belli bir doğal kaynağı yok. Çiçekçilik ve hayvancılık öne çıkan gelir getiren sektörler. Halk genelde fakir. Bizim orada bulunduğumuz gün yayınlanan gazetelerde Devletin dış borcunun 22 milyar doları aştığından şikâyet ediliyordu.

Sanayi yeni kuruluyor. Addis’in 15 km açığında yeni bir organize sanayi sitesi kurmuşlar. Burada 140 milyon dolar yatırım yapan 50 kadar Türk firması olduğu söylendi. Genelde tekstil ağırlıklı firmaların yanında gıda ürünleri konusunda çalışan firmalar da varmış. Eskiden deniz kıyısındaki Cibuti’ye demir yolu ile bağlı iken şimdi bu demiryolu tahrip olmuş. Yeni bir demir yolu projesi üzerinde çalışıyorlar. Yani şimdilik Etiyopya’da tren yok.


Ulusal Turizm Ofisi


Organize bir tura bağlanmadan buraya geldiğimiz için ilk işimiz Addis’i öğrenmek ve yakın çevrede ki turistik yerleri gezebilmek için buradaki olanakları araştırıp, bağlantı kurmaya çalışmak oldu. Hemen Sheraton ve Hilton gibi otellere de uğrayıp paket turlara katılmayı istedik. Buralardan Etiyopya Ulusal Turizm ofisine yönlendirildik. Bizdeki TÜRSAB gibi organize turizme hizmet için kurulmuş ofiste bize çevredeki çok ilginç yerler önerildi.


-Mesela, Etiyopya’nın kuzeyinde Addis’e yaklaşık 750 km mesafede LALİBELA bölgesi kayalara oyulmuş kiliseleri ile Ortodoks dünyasının Kudüs ü diye biliniyor.

-Mesela,TV’lerdeki belgesellerde gördüğümüz, dudaklarına kül tablası büyüklüğünde objeler yerleştiren kadınları ile meşhur yerli kabilelerin yaşadığı köylerin bulunduğu 250 km mesafede OMO vadisi ve Harari bölgesi. Buralar çok rağbet gören yerler.

- Blue Falls diye bilinen bölge Nil nehrinin başlangıcını oluşturan şelaleleri ile bilinen bir bölge.

Ancak bunların hiçbirine gitmeyi göze alamadık. Görüştüğümüz Ulusal Turizm Ofisi yetkilileri hemen bizim için bir tur ayarlayabileceklerini söylediler. Önerdikleri şey ertesi günü bizi otelimizden alacak ve hedeflenen yerleri gezdirecek olan şoförlü taksiler. Biz 750 km gibi uzak yerler için uçak, yakın yerler için otobüs veya en azından minibüs gibi araçlar beklerken Mercedes marka taksilerle gidileceğini duyunca resmen tırstık. Üstelik hanımla ben .İki kişi ve Afrikada !!! Yemedi valla. Buradan çıkarılacak kesin bir sonuç var. Etiyopya ya organize tur ile gelmek lazım.

Addis

Çevrede gezisi ayarlayamayınca Addis’i gezmek için tam 4 günümüz oldu. Her gün bir yere gideriz dedik. Addis 4.5 milyon nüfuslu kocaman bir Elazığ veya Malatya ya benzetilecek bir şehir. Geniş bulvarlar açılmış. Yenileri yapılıyor. Şehrin ortasından geçen İstanbul Mecidiyeköydeki E5 yolu gibi, köprüler üstünden geçecek yol inşaatı trafiği berbat ediyor. Her yer şantiye . Yolu Çin liler yapıyormuş. Krediyi kendileri getirdikleri için ihaleyi de Çin firmalarına vermek zorunlu olmuş. Çinliler de burada zaten ucuz olan yerli işçilere ilaveten kendi ülkelerinden mahkumları getirip boğaz tokluğuna çalıştırıyorlarmış. Böylece inşaat maliyetleri minimum olmuş deniyor.

Özellikle ana ticaret merkezleri ve ana yollar şantiye olduğu için çok dikkat etmek gerekiyor. Her yerde çalışmalar yoldan geçen araçlar ve yayalar arasında devam ediyor. Hiçbir tedbir ve uyarı yok. Olsa ne olur. Çok nadir bulunan ikaz tabelaları AMHERİK ce yazılı. Ve anlamak mümkün değil. Amherik ce yazılmasaydı Çince yazılı olurdu ve onu da okumak mümkün olmazdı zaten.!!

Addis de her köşe başında mavi taksiler var. 1980 öncesi modellerde ya LADA lar yada TOYOTA lar onları imal eden mühendisleri ve işçileri gururlandırırcasına her tarafı paslı ve dökülüyor olmalarına rağmen hala çalışıyorlar, halka hizmet veriyorlar. Taksilerde taksimetre falan yok. Öyle şeyleri bilmiyorlar. Taksiye binmeden önce gideceğiniz yeri söyleyip fiyatında pazarlık edeceksiniz. Bir kere fiyatta anlaştıysanız yeter. Dolandırma veya para üstünü vermeme gibi numara yok burada. Ayrıca sarı renkli taksiler de var ama onlar daha pahalı imiş. Pazarlık sırasında şoförler, benzin fiyatları 20 Bırr/TL oldu diye yakınıyorlar.


Taksilere gücü yetmeyen fakir halkın kullandığı alternatif araç, dolmuş. Mavi veya beyaz renkli yine eski her tarafı dökülen Toyota minibüslerin binlercesi hizmete devam ediyor. Fiyatlar acayip ucuz.

Şehirde en yakın yer 1.5 en uzak yer 5 Bırr. Yani taksinin 100 Bırr istediği yere 1.5 Bırr a gitmek mümkün. Dolmuşlarda yarı beline kadar camdan dışarı sarkan muavin gittikleri hattı bağırarak yolcu topluyor. Paraları tahsil ediyor. İnmek istediğiniz yerde sizi indiriyor.

Yeter ki siz gideceğiniz yeri doğru söyleyin. Örneğin, biz bindiğimiz dolmuşa Taksim meydanından büyük merkez olan Meskele Square diyeceğimiz yerde Meksele dediğimiz için, bizi Meksika meydanına getiriverdiler. Addis de çoğu Çin malı belediye otobüsleri de var. Ancak biz denemedik. Metro gibi şeyler şimdilik hayalde bile yok.

Addis de yabancıların dikkatini çeken bir diğer şey sokakların isimlerinin olmaması. Ana caddelerin isimleri var ama onlarında tabelaları yok. Son zamanlarda sokaklara da isim vermeye başlamışlar !!!. Bu yüzden turistler için küçük şehir haritaları ve krokilerin bastırılması sokak isimleri olmadığı için pek işe yaramıyor. Hoş olsa da Amherik ce bilmeyenin hiç işine yaramaz.

Ulusal Müze

Addis de her turistin gittiği bir yer olan ulusal müzede sergilenen en meşhur obje LUCY . Lucy 3.8 milyon yıl önce bu bölgede yaşamış ilk insanların anası olan hatun kişinin adı. Lucy nin Addis yakınlarında bulunan kalıntıları basit bir camekanın içinde sergileniyor.

Ayrıca, yine Etiyopya’nın doğu bölgesinde yapılan kazılarda çok sayıda bulunan, Lucy den çok daha önce yaşamış olduğu bilinen, evrim teorisine göre iki ayağı üzerinde yürümeyi başarmış insanoğlunun en ilkel temsilcilerinin de kalıntıları burada sergileniyor. Bunlar batı ülkelerinde olsa yanlarına yaklaşmak için nerdeyse Schengen vizesi istenirdi.

Müzede ayrıca Etiyopya halkının etnografik özelliklerini anlatan objeler de var.

Ortodoks Patrikhanesi

Ulusal Müzenin karşısında Afrika daki en büyük Ortodoks patrikhanesi var. Patrikhane ve kilise kapalı olduğu için gezemedik, ama dikkatimizi başka bir şey çekti. Patrikhaneyi gezmek üzere bahçeye girildiğinde Patriğin resmi ve altında dua yazan kocaman bir reklam panosu karşılıyor gelenleri. Dua nın meali şöyle.

“Tanrım, gençlere akıl, yaşlılara rahat bir hayat, yeni doğan bebeklere aileleri yanında evlerinde geçirecekleri bir ömür ver. Amin”.

Bu duada aslında Etiyopya daki yürek sızlatan, güncel bir konuya değiniliyor. Sis nedeni ile uçağımız İstanbul’dan geç kalkınca, ister istemez yanındakilerle sohbete başlıyor insan. Yunanlı olduğunu, Atina dan geldiğini söyleyen kelli felli bir zatla Türkçe yaptığımız sohbette Addis Ababa ya bebek evlat edinmeye gittiklerini öğrendim. Dünyayı araştırmışlar. Önceleri Vietnam ve Filipinler gibi ülkelerden rahat evlat edinilirken çıkarılan yasalarla bu ülkelerden evlat edinmenin zorlaştığını öğrenmişler. Bu nedenle kolayca evlat edinmek üzere Etiyopya ya geliyorlarmış. Yanlarında getirdikleri bir çocuk doktoru ile Addis den çocuk seçip alacaklarmış. Patriğin duasına biz de amin dedik.


Haile Selasiye

Etiyopya’nın tarihine bakıldığında Etiyopya devletinin 19. yüz yıl sonlarında Kral Menelik tarafından kurulduğu yazıyor. Addis’de Menelik in anıtı ve sarayının kalıntıları bulunuyor. Ancak Modern Etiyopya yı kuran ve onu Afrika birliğinin merkezi yapan kişi İmparator Haile Selasiye imiş.

Haile Selasiye 1928 yılında ölen abisinin yerine törenlerle tahta geçip Etiyopya Kralı olmuş. 1930 da ise daha büyük kutlamalarla Etiyopya’nın İmparatoru unvanını vermişler kendisine. 1960 lı yıllarda Türkiye’ye geldiğinde Aslanların Aslanı Kralların İmparatoru Habeşistan Devlet Başkanı diye karşılandığını hatırlıyorum.

Denenler doğru imiş. İmparator Haile Selasiye devrinin çok ötesinde düşünen ve hareket eden bir devlet adamı olarak tanınıyor. Birleşmiş Milletlerin kurucu ortakları arasında yer almış. Afrika Birliğini kurup merkezini Addis’e getirtmiş. Dünya telekomünikasyon birliğinin kurucusu olmuş. Ülkesinde ilk üniversiteyi kurmuş. 1928 den 1974 e kadar tahtta kalmış biri. Kendisinin anıtını dikmek için ülke çapında toplanan paraları anıt yerine Addis Ababa üniversitesine harcatmış, ayrıca kendi oturduğu Sarayı da tüm bahçesi ve müştemilatıyla üniversiteye hibe eden biri olarak tanınıp çok seviliyor. 1974 de ülkede yaşanan kuraklık sonucu çıkan kıtlık ve toplumsal sıkıntılarda komünist askerler tarafından devrilmiş.

Haile Selasiye nin Sarayı şimdi Addis Ababa üniversitesinin rektörlük binası olarak kullanılıyor. Sarayın alt bölümlerinde çok büyük bir kütüphane öğrencileri ağırlıyor. Üst katlar ise Müze olarak kullanılıyor. İmparatora Aslanların aslanı unvanını veren, eliyle besleyip büyüttüğü rivayet edilen aslanın mumyası ziyaretçileri kapıda karşılıyor. Kralın ve kraliçenin ayrı yatak odaları aynen korunmuş. Sarayın oldukça mütevazi dekorlu diğer salonları Etiyopya tarihini anlatan Etnografya müzesi gibi kullanılıyor. Sarayın üst katındaki balo salonu ise resim müzesi olarak ziyaretçileri bekliyor.

Addis Üniversitesi.

Etiyopya’daki 18 üniversitenin en büyüğü olan ve Haile Selasiye tarafından kurulan üniversitenin bahçesi, Etiyopya standartlarına göre oldukça bakımlı ve temiz bir park gibi. Bahçede kızlı erkekli gençler, başörtülüsü ve göbeği açık kıyafetli olanları bir arada , rahatça dolaşıyorlar. Parka giriş çıkış serbest ama her yerde kullanıldığına şahit olduğumuz KHAT ( çiğnemelik yeşil tütün yaprağı) kullanmak yasak. (Cut diye de bilinen uyuşturucu etkisi olan, yeşil etli yaprakları olan bir ot.)

Parkın en kıdemli müdavimi ise galiba bir kaplumbağa. Galapagos adalarında yaşayanlardan bir numara küçük, çapı 60 cmden büyük kabuğu ile bahçede salına salına dolaşıp gerçek bir TOSBAĞAGEN olarak yollara çıkıyor.

Üniversiteye devletin seçtiği öğrenciler gidebiliyor. 8 yıllık ilk öğretim şart. Üstüne 2 yıllık orta öğretim ve ayrıca üniversiteye gitmek isteyenlere 2 yıllık hazırlık eğitimi veriliyor. Derslerinde başarılı olanlar bizdeki ÖSYM benzeri bir kurum (National Education Assessment and Examination Agency ) tarafından seçilenler üniversiteye gönderiliyormuş. Okullarda Amherik ve Latin alfabeleri ile eğitim yapılıyor. Yabancı dil eğitimi verildiğini bilmiyorum ancak şehirde dolaşırken hemen herkesle İngilizce anlaşmakta zorluk çekmedik.


Kızıl Terör Müzesi.

Etiyopya’nın yakın tarihini, şehrin Taksim meydanı gibi şehir içi ulaşım merkezi olan Meskele meydanının köşesinde, Bole yolunun başındaki, modern bir mimarisi olan Red Teror Muzeum da öğrendik.

1928 de Kral, 1930 da İmparator olan Haile Selasiye 1974 yılına kadar 46 sene başta kalmış. 1974 yılında yaşanan kuraklık ve onun sonucu ortaya çıkan kıtlık ülkeyi perişan etmiş. Bu sırada ordunun içindeki komünist subaylar imparatoru devirip başa geçmişler.

Çok kanlı, kaotik bir dönem başlamış. Öldürülen insanların kanları şişelere doldurulup mitinglerde konuşan yöneticiler tarafından halkın gözü önünde tehdit amaçlı olarak meydanlara dökülmüş. 2 milyondan fazla kişi katledilmiş.

Sovyetler Birliğinden askeri araçlar getirilip halkın üzerine sürülmüş. 1991 yılına kadar süren bu sefalet dönemine karşı halk hareketinin başladığı ilk gün, komünist yönetim, Zimbabve kralının korumasına sığınmak üzere ülkeden kaçmış. O kadar yıl geçmiş olmasına rağmen, Etiyopya da “ 2 milyon kişinin katilleri hala serbestçe yaşamaya devam ediyorlar” denilerek lanetle anılıyorlar. 1991 sonrasında şu anda devam eden demokratik rejim kurulmuş. 5 yılda bir yapılan seçimlerle çalışan bir parlamento var. Özellikle son hükümetler kalkınmaya öncelik veriyorlarmış.

1974-1991 arasında halkın yaşadığı acıları gösteren belgeler, kan şişeleri, resimler , işkence aletleri ve katledilen insanların kemikleri gibi insanın içini burkan objelerin bulunduğu bu Kızıl Terör müzesi, 1974 olaylarında 4 oğlu birden aynı gece öldürülen bir kadın tarafından yaptırılmış. Kapısındaki tabelada kadının şu sözleri yer alıyor.

“Sanki aynı günde doğmuşlar gibi, aynı gecede 4 oğlumu da katlettiler.”

Merkato

Turistlere mutlaka görülmesi tavsiye edilen yerlerin başında Merkato denilen bir ticaret mahallesi var. Turistik kılavuzlarda Dünyanın en büyük açık hava pazarı olduğu söyleniyor. Otelimizin önünden dolmuşa binip Merkato ya gittik. Ankara’daki Siteler bölgesi gibi çok büyük bir alan.

Çevre köylerden mal almaya veya satmaya köylüleri getiren Nuh devrinden kalma otobüsler sağa sola park etmişler. Yanlarına belediye otobüsleri, minibüsler, kamyonlar yanaşmışlar. Acayip kalabalık. Her şey satılıyor. Her şey hareket ediyor. İnsanlar, araçlar, otobüsler, kamyonlar, yük taşıyan eşekler, her şey hareketli. Bir şeyler indiriliyor. Kaldırılıyor. Götürülüyor. Bunların arasında inşaatlar devam ediyor. Burası ticaretin merkezi imiş.

En kalabalık dükkanlar, Khat satılan çiğnemelik uyuşturucu özellikli ot satan dükkanlar. Khat, taze kalmasını sağlamak üzere sanki bir buket gibi şekillendirilmiş yeşil muz yaprakları arasına konarak satılıyor. Bunun toptancısı da Merkato da olunca, önü ana baba günü tanımına çok uyuyor. Baharat satıcıları, hediyelik eşya satıcıları, çiçekçiler, tekstilciler, zuhuratçılar ayrı pasajlara yerleşmişler sanki.

Bunların arasında banka şubeleri de yer alıyor.

Özellikle fakir köylüler patates soğan gibi ürünlerini sokak ortasına serdikleri pis örtüler üzerinde satmaya çalışıyorlar. Pislik kol geziyor. Buralardan gıda maddesi almak akla ziyan bir durum. Çok kişiye sormamıza rağmen meyve satılan pazarı bulamadık.

Merkato hakkındaki düşüncem Kusursuz Kaos !. Meyve pazarını görmek amacıyla Merkato ya Pazar günü de gittik.Pazar olduğu için çok tenhaydı. Ancak pislik aynen duruyordu.

Cuma Namazı

Merkato kaosundan kaçarken Addis’in en büyük ve en eski cami olan Anvar Mosque karşımıza çıkıyor. Günlerden Cuma olduğu için önü çok kalabalık. Bizdekinden farklı olarak kadınların Cuma namazına gösterdikleri talep ilgimizi çekiyor. Hanımlar caminin başka bir kapısından içeri giriyorlar. Hemen hepsi bayramlıklarını giyip, süslenip cumaya gelmişler. Cami avlusundan içeri girdikten sonra, önce avlu çevresindeki küçük odalarda bulunan hocalarını ziyaret edip, daha sonra namaz kılmaya camiye gidiyorlar. Erkeklerin bu avluya girmeleri yasak. Pantolonlu hanımları da başları örtülü olmasına rağmen içeri almıyorlar.

Anvar camiinden şehre doğru yürümeye devam ediyoruz. Yakınlarda şehrin ikinci büyük camii olan Nur cami var. Önünde oldukça geniş çift yönlü trafiğe açık bir cadde bulunuyor. Yol kenarında insanların birer litrelik şişe suları ile abdest aldıklarını gördük. Ezan başladığında ise insanlar oldukları yerde yola bir gazete kağıdı serip üzerinde Cuma namazı kılmaya başlayınca şaşırdık. Çünkü namaz kılanların önünden arkasından araçlar geçmeye devam ediyordu.


Hayat devam. Namaz devam. Ticaret devam.


Lostra

Addis de hem varlıklının, hem fukaranın en çok ilgi duyduğu şey galiba lostra, yani ayakkabı boyatma. Buradaki kültürün bir öğesi olsa gerek. Hemen her köşe başında, insanın poposunu koyup oturabileceği her yerde, ellerine iki küçük su dolu plastik kap alan gençler oturup ayakkabı boyatacak kişileri bekliyorlar. Gelenlerin ayakkabılarını birkaç Bırr karşılığında, silip temizleyip boyuyorlar. Ayakkabı temizlemek deyince aklınıza fırçalamak, cilalamak gelmesin. Hele ayakkabı deyince sadece kösele ayakkabı gelmesin. Her türlü ayakkabı, hatta bildiğiniz bezden spor ayakkabıları da temizlenip boyanıyor. Bağcıkları sökülüp plastik kaplardaki sabunlu su ile yıkanıp takılıyor. Tabii, ancak 2 litre su alan kaplarındaki suyun bir bütün gün yettirildiği bir temizlik ne kadar temiz ve pak olur siz düşünün. Yine de en çok katma değer yaratan iş lostra dedirtiyor.

Günlük Yaşam

Trafik kurallarına uymaya gayret ediyorlar. Hele ülkemizde hiç bilinmeyen kırmızı ışıklı kavşaklarda, kavşakta kalmamaya özen gösteriyorlar. Yani sıkışık trafikte kırmızı ışık yanana kadar kavşağı geçemeyecekse yeşil yanıyor olsa da ileri gitmeyip yolun açılmasını bekliyor.

Tüm alışverişlerde fiş almaya – vermeye azami gayret sarf ediyorlar.

Her dükkanın duvarında devletin bastırdığı afişlerde “Fiş vermiyorlarsa, para vermeyin” yazıyor. (Bir markette bir kutu kola dahi alırken elektrikler kesildi. Kasa çalışmadığı için çekmeceden makbuz çıkarıp malın fiyatını ve %15 tutarındaki KDV sini ayrı yazıp fişini vermelerini çok takdir ettim.)

Etiyopya da herkeste cep telefonu var ama fast food yok. Öyle hamburgerci, dönerci, kebapçı, pideci gibi dükkanlar yok. Yeni yapılan modern mimarili binalarda açılan bizim eski usul pasaj benzeri AVM lerde dahi (food court) yiyecek bölgesi yok. Sadece birkaçında içecek yanında patates kızartması veren Kafeler var. Bunun temel nedeni önce yetersiz kazanç, sonra gelenek diye düşünüyorum.

AVM lerin hemen hepsinde bir koridorun köşesine yerleşmiş geleneksel kahve içme yeri var. Etiyopyanın en meşhur ürünü olan kahve, küçük bir mangal üstünde, geleneksel kıyafet giymiş bir hatun tarafından küçük cezvelerle, bizim usulümüze benzer bir şekilde pişirilip, ortadaki sininin etrafında dizili alçak taburelere oturan müşterilere sunuluyor. Kahve ile birlikte mutlaka patlamış mısır da sunularak Abyissina kahvesi ritueli tamamlanıyor.

Geleneklere bağlılık düğün dernek işlerinde de devam ediyor. Evlenen hali vakti yerinde Hıristiyanlar, gelin ve damadın bindiği üstü açık limuzinleri takip eden, aynı renk giyinmiş nedimeleri ve sağdıçları taşıyan mercedeslerin oluşturduğu konvoylarla, önce şehirde dolaşıyorlar. Sonrada kilisede ve büyük otellerde nikah merasimine ve yemeğe gidiyorlar.

Müslümanlar da yine kendi çaplarına göre düğün dernek tutuyorlar. Merkato yakınlarında yol üstüne kurulmuş çadırdan salonlarda kıyılan nikahlara rastladık. Gelin - damat ve yanlarında şahitleri, sahnede oturmuş imamın sorularına cevap veriyorlar. Erkek misafirler ön tarafta, süslenip gelmiş hatunlar ise arka tarafta oturarak nikahı izliyorlar. Çadırın kapısının önünde ise kazanlarla misafirlere dağıtılacak yemekler pişirilip servis ediliyor.

Hediyelik eşya satışına yeni başlamışlar anlaşılan. Turistik hediyelik eşya çeşidi çok az. Genelde Churchill caddesi civarında yer alan hediyelik eşya satan dükkanların bir kaçı hariç hepsi gecekondu kalitesinde. Yollar da kaldırım olmadığı içinde buralara girip çıkmak ayrı bir zorluk oluşturuyor. Hediyelik eşya satılan caddenin üst tarafında ise daha önce hiçbir Hıristiyan ülkede görmediğim dükkanlarda cicili bicili, renkli desenli örtülere sarılmış tabutlar vitrinlerde müşterinin tercihine sunuluyor. Ölüler müşteri olamayacağına göre cenazesi olanlar, ölülerine verdikleri değere ve kendi maddi güçlerine göre bu tabutları, sanki hediye gibi satın alıyorlar anlaşılan. Hırıstiyan geleneklerine göre cenazeler tabutları ile gömülüyorlarmış. Fakir ülkede pahalı bir gelenek!.

Bitirirken

Etiyopya da kredi kartı otellerde rahatlıkla kullanılırken birkaç büyük dükkan dışında piyasada geçmiyor. Büyük marketler ise sadece Visa yı kabul ediyorlar. Telefon hatları çalışırsa işleminiz gerçekleşebiliyor. Ancak akşam 19 a kadar açık bankalarda rahatlıkla ve komisyonsuz para değişimi yapılabiliyor.

Devlet daireleri ve askeri bölgelerde eğer duvarın önündeki kaldırıma bir ip çekilmişse oralarda dolaşmak yasak demek. Tabi resim çekmek de yasak. Aslında insanların resimlerinin çekilmelerine yeni alıştığını söylemek mümkün. Hanımlar genellikle izin vermiyorlar. Ruhlarının çalındığına inananların bulunduğu söyleniyor. Etiyopya Afrika’da en güvenli yerlerden biri olarak tanınıyor. Ancak her pasaja, otele, parka veya müzeye girerken “security control” yapılıyor. Üstelik detektör veya röntgen le değil, basbayağı elleyerek kontrol ediliyor insanlar.

THY, Afrika’da Ethiopian Airlines dan sonra en çok noktaya uçan şirket olmuş. İstanbul’dan Etiyopya’ya her gün uçuş var. Gerek giderken, gerek dönerken THY nin yaklaşık 200 kişilik B737/800 uçağının, %90 doluluk ile uçması ve servisin kalitesi, THY’nin Afrika pazarında iddialı bir konuma geldiğini ve Avrupalılarca takdir ve tercih edildiğini ispatlıyor.

Bilmediğimiz Etiyopya’ya yalnız başımıza gelirken burada tur ayarlayabileceğimizi düşünmüştük. Hata etmişiz. Burada organize tur olmadan gezmek çok zor. Mutlaka organize turla gelmek lazım.

Şu anda her tarafında inşaat yapılmakta olan Addis Ababa nın 15 yıl sonra çok değişeceğini ve anılarımız gibi TATLI olacağını tahmin ediyorum.
t


Sevgilerimle.https://photos.app.goo.gl/34dbbysnxFaPT6Mn8https://photos.app.goo.gl/34dbbysnxFaPT6Mn8


Kamil SANDIKCIOĞLU ,


19-25 Şubat 2014

No comments:

Post a Comment