Wednesday, April 9, 2014

FAS'A BEKLERİZ....



Pantolon kalmadı, gömlek verelim.
Yıl 2001. Daha emekli olmadığım ve hatta düşünmeye başlamadığım bir zaman. 2000 yılının Ağustos ayında Petrol Ofisini  Özelleştirme İdaresi Başkanlığından  devir almışız. Gece gündüz demeden günde en az 16-20 saat, harıl harıl  yeni düzeni kurmaya ve oturtmaya çalışıyoruz. Henüz devraldığımız, sektörü ve  özellikle şirketi tanımaya gayret ettiğimiz dönemde, bir de Şirketin genel müdürlüğünü İstanbul’a taşımışız.   Ev Ankara da, iş İstanbul da.  Aralarında mekik dokuyorum.  Cuma akşamları saat 18 de  İstanbul’dan çıkıyorum. Saat 21.30 da Ankara da evde oluyorum. Tabi dönüşte Pazartesi  sabah  ezanıyla yola çıkıyorum mesaiye İstanbul da başlıyorum. Şoförüme   imreniyorum. O hafta sonu İstanbul da evinde  dinleniyor. Ben  Bolu Dağı tünelinin henüz açılmadığı dönemde Ankara İstanbul arasında, zamana karşı yarışan ralliciler gibi, 3 saat 15 dakikada  evden işe nasıl gidiliri göstermeye çalışıyorum. Bazı deneyler ve istatistikler yapıyorum bu arada. Örneğin;
-Otomobilin   yol  bilgisayarı ortalama hızı 167 km gösteriyorsa İstanbul’a varış için süre  3 saat  oluyor. (evden işe süresi)
-Ankara İstanbul otoyolunda en az fren pedalına basarak yapılan en yüksek ortalama hız 165 km. Fazlasına çıkıldığında fren sayısı daima artıyor.
- Otoyolda  trafik  işaretlerinde belirtilen hızlar %50 toleranslı,
(emniyet katsayısı %50, Yani viraja 50 km ile giriniz işareti varsa 75 km.den fazla hızla girerseniz savrulursunuz.) gibi.

Böyle bir dönemde dinlenmek için değil kafayı dinlendirmek için fırsat kolluyor insan. Sekreterim haber verdi. Kurban bayramı 7 gün  tatil  imkanı veriyormuş. Derhal Ankara yı arayıp hanımla konuşup tatil boyunca hiç kimsenin telefonla dahi ulaşamayacağı bir yer için seyahat programlamasını istedim.  Tercihan Güney Afrika  dedim. Ertesi günü  Güney  Afrika’ya uygun bir program bulduğunu ve bağlantı kurduğunu haber verdi.Başka hiçbir şey düşünmeden biz işle boğuşmaya devam ettik.Bayram tatilinin başlayacağı -1. (eksi birinci)gün, yani tatilin arifesi,   Ankara’ya döndüğümde ufak bir değişiklik olduğunu öğrendim.  Seyahat şirketi bir iki gün önce telefonla arayarak Güney Afrika turunun müşteri eksikliği nedeniyle iptal edildiğini ve bize başka bir tur teklif ettiklerini söylemiş. Tur alternatifleri arasında  vize istenmeden gidilecek neresi var?.  Kuzey Afrika var. Mısır var. Tunus var,  Fas var. Mısırı gördük. Eşim de kaderimizin  oyunu buymuş deyip  Fas turuna okey demiş.
Sonuç,  biz Güney Afrika’ya niyet edip   Kuzey Afrika’ya  Fas’a gidiyoruz yani. “Pantolon uyduramadık, gömlek verelim bari” denen reklamdaki gibi.
(Fas anılarına geçmeden önce bir küçük bilgi vermek istiyorum.
Güney Afrika programını  her sene  yapmak istedik ama,2007 ye kadar mümkün olmadı.)

FAS,    MAĞRİP Krallığı,

THY nin 2009  Mart ayın da başlayacak doğrudan Kazablanka  seferlerine kadar, İstanbul Fas bağlantıları İstanbul –Tunus arasında THY ile, Tunus Kazablanka arasında ise Royal Air Maroq ile yapılabiliyordu. Bizde aynı bağlantı ile, gece yarısında İstanbul’dan başladığımız, yaklaşık 7-8 saatlik bir yolculuktan sonra CASABLANCA 5.Muhammed Uluslararası Havaalanına indik.

Kasablanka Atlas Okyanusu kıyısında, 3.5 milyon nüfuslu bir liman   kenti. Fasın en büyük kenti. Başka bir ifadeyle ekonomik  başkenti.
Ülkenin resmi adı Mağrip Krallığı,  İngiltere benzeri bir parlamentosu ve Kralı olan bir yönetimi var.Kuzeyinde  Akdeniz,  batısında Atlas Okyanusu, güneyinde Moritanya. ve doğusunda  Cezayir ile sınırlı bir KUZEY AFRİKA ülkesi olan Fas’ın siyasi başkenti Rabat. Ülkenin 724 bin kilometre kare  yüzölçümü, toplam 33 Milyon nüfusu var. %98 i Müslüman. Arapça resmi dil. Ama çoğu insan  Berberice konuşuyor. Son yıllarda uygulanan  eğitim  programları ile çoğu Fransızca biliyor.

Tarihine kısaca bakıldığında 1912 de ülkeyi  Fransızlar işgal ediyorlar. Aynı tarihler de İspanyollarda Cebel-i Tarık dolaylarını ele geçiriyorlar. Ülke, 1956 yılında Fransızlar çekilene  kadar başa geçen veya geçirilen  Krallar tarafından Fransız hegemonyasında yönetiliyor. Fosfat üretilen. tekstil, dericilik ve mobilyacılık sektörlerinin geliştiği ülkede kişi başı gelir 1000 USD civarında imiş.

Kazablanka

Kazablanka’ya  indiğimizde yaklaşık 80 kişilik grubumuzu iki ayrı otobüse bindirdiler. 5 yıldızlı otellerde kalacaklar ile  4 yıldızlı otellerde kalacaklar diye ayırdılar grubu. Biz son dakikada katılanlar- dan olduğumuz için 4 yıldızlı grupta yer bulmuştuk. Otobüste grubumuzla tanıştık. Hayatımda hiç bu kadar  hetorejen  bir gezi grubuna rastlamamıştım. Türk seyahat şirketinin düzenlediği  turun katılımcılarının yarıya yakınının  Türkiye de  ikamet eden yabancılar  olduğunu öğrendik.   Kanadalısı, Amerikalısı, Çeki, Fransızı, genci, orta  yaşlısı,  ne istersen var. Ortak dil İngilizce. Kaderimizin oyununun devam ettiğini bir kere daha düşündük. Nerden bilebilirdik ki o grupla yaptığımız gezinin her anında kahkahanın patlayabileceğini. Bizim gruptaki neşeyi görünce diğer otobüsteki kişilerin  bize imrenip, tenzil-i yıldız isteyeceklerini kim tahmin edebilirdi ki. Tüm gezi boyunca hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir şekilde eğlenerek, gülerek dolaştık bu 40 benzemez  insanla.  

Uçaktan  iner inmez, vakit kaybetmeden Kazablanka’yı gezdik. AAtlas Okyanusu kıyısında, denizi doldurarak kazanılan bir alan üzerine, harika bir cami yapmışlar. Mimarı bir Fransız olan, Kral  2. HASAN için yaptırılan bu kubbesiz  caminin büyüklüğü ve süslemesi gerçekten ihtişamlı. Uzun yıllar süren ve çok para dökülen bu camiyi Faslılar ve özellikle Kazablankalılar büyük gurur ve onur duyarak anlatıyorlar. Hemen hemen  her ailenin bir ferdi cami inşaatında çalışmış. Ailelerden parasal yardımlar toplanmış. Ortaya harika bir şey çıkmış.  Çok amaçlı faaliyetlerin yapılabildiği bir kompleks şeklinde düzenlenen caminin  onlarca  sarı metal kaplama kapısı sadece namaz vakitlerinde  açıldığı için ilk gün  içeri girip bakamamıştık.
Dönüş programında içine girdik. Binanın alt katı, konferans  salonları, eğitim merkezi, ve hamam  gibi yerler içeriyor. Namaz  kılınan  büyük salona yürüyen merdivenlerle çıkılıyor. Caminin  içi de çok katlı. Onlarca yürüyen merdivenle daha yukarılara çıkılıyor. Çok  büyük ve güzel bir yapı.

Binanın iki  emsalsiz  özelliği var.
Birincisi; Tavanı. Yaklaşık 1000 ton ağırlığında olduğu söylenen altın kaplamalı gayet ince işli ve süslü  tavanının, yazın sıcak günlerinde sağa ve sola kayarak açılıp, kapanması imiş.
İkincisi;  Minare. İslam dünyasının en büyük ve en yüksek  minaresi  imiş. 

Kazablanka da şehir turunda  Kraliyet Sarayını, kapalı çarşı ve pazarlarını, şehrin önemli meydan ve heykellerini görüp öğlen yemeğini Atlas okyanusu kıyısında bir balık restoranında  alıyoruz. Okyanus manzaralı  yemeğimiz doğal olarak  balık ağırlıklı. Bu nedenle Fas’ın geleneksel lezzetinden  bilmeyerek  ilk ve son defa uzak kalmışız. Manzara  ve  restoran pek güzel.  Ama tüm gece yolda geçmiş olduğundan  öğlen  yemeği akabinde göz kapaklarını birbirinden ayrı tutmanın zorluğunu yaşıyoruz. Mart ayı olmasına rağmen  güneş  sıcacık ve karnımız tok.

Kazablankayı  herkes  Humphrey Bogart  ve İngrid Bergman ın oynadığı filimden tanıyor.  Rehberden ilk istenen şey, filmin çekildiği oteli görmek oluyor. Gece şehri dolaşmaya çıkanlar o otelin önünden geçmişler. Biz ertesi gün erkenden başlayacak Rabat – Fez programında sağlam kalmak için tedbir alıyoruz.

Ertesi sabah erkenden sahil boyunca Kuzey doğuya doğru, Rabat’a gidiyoruz. Rabat başkent. Parlamento ve Kraliyet sarayı burada. Kral 5. Muhammet’in anıtsal türbesini tavaf edip, Kral Hasan kulesini geziyoruz.  Rabat kalesinin (Casbah )    fotolarını çekiyoruz.






12. asırdan kalma bitmemiş bir camiye gidiyoruz. Dünyanın en büyük camii olarak planlanmış ancak, (bana göre çok geniş olduğundan üstünün kapatılma olanağı teknolojik olarak bulunamadığı için yarım bırakılmış) bitirilmemiş bir yapıyı gördük. Efes teki sütunlar kadar çok sayıda mermer kolonlar  bulunan koca bir alan olarak koruyorlar. 

Medina ve Tajin

Öğlen yemeğini Rabat’ın “medina” sında, otantik bir restoranda  alıyoruz. Medina şehrin tarihi alış veriş merkezlerine verilen ad. Kimi yerde bizim kapalı çarşı gibi koridorları olan, kimi yerde üstü açık devam eden, daracık ve labirent gibi sokakları tıklım tıklım insan dolu, tam bir oryantal pazar yerine Medina diyorlar. Eğer rehber olmasa, bu curcunanın içindeki restorana  insanın  tek başına bulup ulaşması pek kolay değil.  İşte burada  bir Fas lezzeti ile tanışıyoruz. Tajin,

Bildiğimiz kapaklı güveçte pişirilmiş kuzu eti. Yanında  domates, soğan, taze yeşil biber, patates, patlıcan, çeşitli baharatlar ve bir sürpriz  var. Kayısı . O kadar şeyin içinde  insanın meyve çıkacağını tahmin etmesi zor. Hemen burada  ilave ediyorum. Fas’ta  her  öğlen yemeğinde, her şehirde, hatta Atlas dağlarındaki yol üstü restoranda bile  TAJİN  yedik.  Ama hepsinde  farklı  bir meyve vardı güveç’in  içinde. Önce kayısı ile başladık. Ertesi gün ayva, sonraki gün elma, daha sonra erik yer aldı  tajinimizin içinde. Valla, acaba haftanın günlerine göre konacak meyve ülke çapında belirlenmişmiydiki diye düşünüyorum. Çünkü yemek yediğimiz yerlerin birbirlerinden habersiz, menülerinde  meyveleri  çakıştırmadan farklı kullanmaları büyük tesadüf. Son gün Çek arkadaşımız isyan etti. Dönüşte tajin yemeyecekmiş artık…

Yol boyunca her satıcının tezgahında gördüğümüz  pişmiş kilden yapılmış kapaklı tajin güveçleri, tajin’in  Fas’ta ne kadar önemli bir yer tuttuğunun ispatı idi. Sadece Faslılara değil  turistlere de tajin güveç’i satıyorlar. 

Rabat’ta kalmadan devam ediyoruz. Şehir çıkışında bir tepenin üzerinde kocaman bir alan düzenlemişler. Etrafı duvarlarla çevrili. Köşelerde minik  minare benzeri kuleler var. Bu nedir diye soruyoruz. Rehberimiz “Namazgah” diyor. Bayram namazları orada kılınıyormuş. Sabah bayram namazı orada kılınmış. Otobüste bayramlaşıyoruz.

Yol üstünde bulunan  Meknes  kentine uğruyoruz. Tarihi bir kent Meknes. Tarihte bir zamanlar başkentlik yapmış bu şehirde Fas’ın en güzel şehir kapısını gösteriyorlar. Bab El Mansour. Mansur Kapısı.

Fas süsleme sanatı kendine özgü bir oymacılık işi. Tam karışımını öğrenemedim ama, bir çeşit alçı olan bu   malzeme, dondurulduktan sonra,  kolayca oyularak işleniyor, genellikle beyaz bırakılıyor. Ama çeşitli yerlerde bu  malzemenin  kolayca boyanabildiğini anlıyoruz. Harika desenler ve figürler Bab el Mansour gibi tüm saray ve diğer yapıların iç ve dış cephelerini kaplıyor. Bilgisayarın olmadığı bir dönemde  o kadar simetrik desenler nasıl yapılmış insan şaşırıyor. Akşam Fez  kentinde otelimize ulaşıyoruz. Yaklaşık 320 km yol gelmişiz.

Fez

Fez de,  Fas’ın tarihinde  başkentlik yapmış  kentlerden biri. Ancak şehrin daha çok kültürel başkentlik yaptığı ortaya çıkıyor. Eski şehir merkezini gezdikten sonra Bou Anania ve Attarine Üniversitelerini dolaşıyoruz. Kütüphanelerini ziyaret edip, tarihi cami ve çeşmeleri görüyoruz. “Suk” (Pazar) larda alış veriş yapmaya çalışıyoruz.  Öğle yemeği yine şehir “Medina” sında otantik bir restoranda. Tajin  standart elbet. Tarihi restoranda “Maroken” koltuklarda poz veriyoruz. (Annemin maroken koltuklarının orijini Fas(Maroq)’ mış meğer.) Halıcıyı ziyaret  boynumuzun  borcu.

Yemekten sonra Fas’ın meşhur olduğu deri işleme atölyelerini geziyoruz. Özellikle derilerin renklendirildiği   boyahaneler çok ilginç. Hala orta çağdan kalma tekniklerle derileri boyuyorlar. Bu boyahanelerin  resimlerini  daha  önce çeşitli belgesellerde, takvim yapraklarında  gördüğümüzü hatırlıyoruz.

Kral olunca her şehirde bir saray yaptırmak gerek galiba. Burada da bir sarayı var Kralın. Akşam yemekten sonra eğlence var. Fas düğününe gidiyoruz. Limonata ve yer fıstığının ikram  edildiği müzikli bir program izliyoruz. Sonunda bizim gruptan bir kızımızı alıp, otantik Fas kıyafetleri ile giydirip, tahtırevanla baş üzerinde  taşıyarak sahneye getirip  gelin ettiler.

Sabah seher vakti otobüsümüzle yola koyuluyoruz. Yolumuz  yaklaşık 700 km. Hedef Quarzazate.

Atlas dağları ve Mantar meşesi,

Sabah gün doğumu ile başlayan programda, gayet güzel asfaltlı yol vadiler arasından yavaş yavaş, kıvrıla büküle yükselerek Atlas Dağlarına  çıkarıyor bizi. Her vadi değişik karakterde karşımıza çıkıyor. Önce ormanlık bir bölgeden geçiyoruz. Yoldan yaklaşık 250 metre uzakta olan ormandaki ağaçların gövdeleri dikkatimizi çekmeye başlıyor. Bunlar ne diyoruz. Rehberimizden önce şoförümüz cevap veriyor. “Mantar ağacı. CORK OAK “. Mantar meşesi. Her iki senede bir bu  ağaçların gövdelerinin yerden başlayarak yaklaşık 2 metrelik  kısımlarında kabuklar soyulurmuş. Ağaç  kendini  korumak amacıyla bu kısımlarda  hızlı gelişen bir doku üretip yeni bir kabuk oluşturmaya başlarmış. İşte bu yeni doku, bizim şarap mantarı diye bildiğimiz malzemenin hammaddesini oluşturuyormuş. Bir ağaçtan ömrü boyunca dört beş defa mantar üretmek mümkünmüş. Mantarlaşan ağaç kabukları toplanıp Portekize satılıyormuş. Orada  işlenip tabakalar halinde  dünyanın en iyi ürünü olarak  şarap imalatçılarının ve diğer  mantar kullanıcıları için uluslararası pazara   sunuluyormuş.  

Yol giderek yükseliyor. Deniz seviyesinden beri gördüğümüz zeytin ağaçları  1500 lü rakımlarda  bile devam ediyor. Yani Akdeniz ülkesi Fas’ın önemli bir ürününün de Akdenizli  zeytin olduğunu, ve zeytinciliğe önem verdiklerini  anlıyoruz. Yolda çam ormanın kenarında durup, kara Afrika da beyaz  kar topu oynuyoruz, üzerimizdeki şortlarla.

Quarzazate

Dağların arasında kurulu bu şehirde Los Angeles deki film stüdyolarının benzerini görmek şaşırtıyor. Tüm Mısır medeniyetleri ile ilgili filimler burada çekiliyormuş. Çok büyük setler kurmuşlar.

Şehirde  bir çok “Casbah” var.Zaten biz de onları görmeye gelmişiz. Casbah  kilden inşa edilmiş, kale  benzeri saray yavruları binalara verilen isim.  Bölgede inşaat malzemesi olarak  taş bulunmayınca, en kolay bulunan malzemeden,  kilden yapmışlar. En çok 3 kat olabilen bu kilden yapılarda şehrin ileri gelenleri ile çok zenginler  hem korunma hem ikamet amaçlı  olarak yaşamışlar. Kimisinde hala yaşandığını öğreniyoruz. İçleri gayet süslü dekore edilmiş bu yapılara  “Toprak Saray“ demek doğru olabilir. Yol boyunca  geçtiğimiz  kasabalarda  kimi harap olmuş kimi gayet güzel bakımlı çok sayıda  “Casbah”ı  resimledik.

Durmak yok, öğleden sonra  yola  devam. Hedefte 300km uzaklıktaki Marakeş  var. Dağların tepesindeki crestlerden  geçen yolda otobüsle gidiyor olmanıza rağmen, hem sağ hem sol tarafınızda  yaklaşık 1000metre aşağıdaki ova köylerinin görüntüleri sanki bir uçak seyahati yapıyormuşsunuz  duygusu veriyor. Azıcıkta, acaba şoför bu dar yolda hata yapar mı  korkusu  tabi!.   Ovaya inince  çöl ortamında palmiye  ve hurma  ormanında buluyoruz  kendimizi. İki günde dört mevsimi yaşayacağımız aklıma gelmezdi.


Marrakech

Gezimizin son durağı Marakeş de bir tatil köyüne yerleşiyoruz. Güzel bir tesis. Yüzme havuzunu kullananlar çıkıyor aramızdan. Akşam yemekten sonra  yol yorgunu olmamıza rağmen şehri dolaşmaya  çıkıyoruz. İşin kolayını seçiyoruz. Grup halinde konvoy yaparak paytonla dolaşmaya başlıyoruz.

Harika bir  keyif. Tam o sırada  cep telefonlarından birine  bir haber geliyor. Galatasaray UEFA kupasında finale kalmış. Keyfimiz katlanıyor .  6 -7 araçlık tüm payton konvoyu “Dağ Başını Duman Almış” marşını söyleyerek ve arada   Cim Bom naraları  ile Marakeşi dolaşıyoruz. Arada  Faslıların da cim bom çekmeleri pek hoş geliyor.

Sabahleyin  şehri  dolaşırken neden  Marakeş in en son durak olarak seçildiğini anlıyoruz. Galiba  FAS’ın özeti  burası.  Sabahtan turistik yerleri, Müzeleri, sarayları, camileri, mezarları, harika bahçeleri geziyoruz. Öğlen yemeğinde son olarak tajin’imizi yedikten sonra D’Jamaa El Fna meydanında pazara bırakıyorlar bizi.

İstanbul - Taksim meydanını andıran bir yer burası.  Her şey burada . Curcuna diye buna denir herhalde. On binlerce yaya   arasından  geçmeye çalışan araçlar yollarını nasıl buluyor şaşıyor insan.

Her köşesi  olağan üstü ilgi çekici bir alan burası.
-Bir köşede yere sıra sıra halkalar yaparak oturmuş insanlar ortada bir şeyler anlatan birini ilgiyle izliyorlar.  Bu ne diyoruz  İngilizce bilen  bir Faslıya . “Hikayeci” diyor. Hikaye anlatıyor. Her gün bir başka hikaye  anlatıyormuş. Dinleyenlerden topladığı bahşişle geçiniyor.
-Öteki köşede  yere  serdiği kilim veya halı üzerinde  zurna çalıp yılan oynatanlar, ortada çöreklenmiş, sayısız kobralar ve sarı iri yılanlar,
-Onların yanında kazan kazan  yemek pişirip servis yapan açık hava lokantaları,
- Bitişiğinde, önündeki 1 metrekare tezgahında sökülmüş binlerce  insan dişi ve kerpeten olan  dişçiler, berberler, icra-i meslek yapıyorlar.
- Maymununun maharetlerini gösterenler,…..,

Aklınıza  gelmeyecek her şey orada.

Olağanüstü manzaralar arasında  yılan sokmasın,  maymun ısırmasın,  araba ezmesin diye sakınarak alış veriş yapıyoruz pazardan. Faslı satıcıların Türk olduğumuzu öğrenince, akşamki maçı ima ederek, Hagi, Hakan Şükür, Cim Bom demeleri  gurur veriyor. Marakeş pazarındaki manzaraları heyecanla birbirimize anlatarak dönüyoruz otelimize. Bu  son  akşam.  CHEZ ALİ de yemek yiyecekmişiz.
Chez Ali

Türkçesi Ali’nin Yeri. Şehrin biraz dışında düzlük bir yerde, büyücek bir spor salonu kadar geniş bir alan üzerinde keçi kılından yapılmış örtülerle üstü kapatılmış, çelik konstrüksiyon iskeletli, tek katlı ve bol bol salonlara bölünmüş bir yapıya giriyoruz. Daha otobüsten inerken duyulmaya başlayan Arap müziği ve yalellisi eşliğinde sık sık çekilen zılgıt sesleri ile kapıya geliniyor. Kapıda  otantik  Fas kıyafetli kadınlar ve elleri palalı  yağız delikanlılar, kafasına gül yaprakları dökerek  karşılıyor misafirleri. İsteyenleri masalı  sandalyeli salonlara, isteyenleri klasik Arap usulü  tepsi etrafına yere  oturmalı düzenekteki salonlara alıyorlar. Bizi masalı sandalyeli salona buyur ettiler.
  
Şov yemekte de devam ediyor.  Arap kıyafetleri giyinmiş garsonlar, her masaya kocaman kapaklı tepsiler içinde  yarımşar  kuzu getiriyorlar. Tandırda nar gibi kızarmış. Yanına bir tepside kuskus pilavı koyuluyor. Yemede yanında yat misali bir görüntü!. Müzik hiç durmuyor. Kadınlı erkekli folklor ekipleri her salonda sırayla gelip dans ediyor ve birkaç yalelli söyleyip, tüyleri ürperten zılgıt çekip gidiyor. Çok hareketli geçen yemek sonrasında hadi kalkın dediler. Şov başlıyormuş. Durun  daha tatlıyı yemedik dememize kalmadan kalkıldı ve  binanın dışındaki  tribünlere yerleşildi. Çalan borazanlar eşliğinde  kısa bir atlı gösteri başladı. Arap atlı biniciler çeşitli hünerlerini  gösterdi. Havai fişeklerin göğü renklendirdiği  bir ortamda ALİ misafirlerine teşekkür etti.Gösterinin bitişinde, havai fişeklerin arkasından Chez Ali’nin sponsoru olduğunu anladığımız dünya çapında bir  firmanın (J&J) ateşten yazılmış logosu çıkmasını  hiç sevmedim. Gecenin nefasetini söndürdü.

Dönüş Başlıyor

Marakeş deki son gecemizi rüyalarımızda göremeyeceğimiz,
yılanları, dişçileri, zılgıtları düşünerek,  güzel otelimizde geçirdik. Sabah  erkenden dönüşe geçtik. Yaklaşık  1.5 saatlik bir yolculuktan sonra Kazblanka  ya döndük . Hasan II camiini tekrar görüp havaalanın yolunu tuttuk. Dönüş yine Tunus üzerinden aktarmalı.

Güney Afrika’ya niyet edip Kuzey Afrika’ya geldiğimize hala inanamaz halde, gayet güzel bir gezi yapmanın  huzuru  içinde,  kaderimize şükrederek döndük evimize. 

  
Sevgilerimle.

Kamil Sandıkcıoğlu

Albüm için buraya tıklayınız 


No comments:

Post a Comment