Wednesday, April 9, 2014

Balkan Seferi -3


Balkan Seferi-3 KARADAĞ/ HIRVASTİSTAN....

Sevgili Dostlar,

Arnavutluk’ta Arnavut kaldırımından biraz hallice asfalt ama dar köy yollarından kurtulup, gecenin geç vakitlerinde kendimizi attığımız Hotel Residence MİLOCER olağanüstü güzel. Manzara güzel, yemekler güzel. İklim ve hava güzel. Artık Akdeniz sahilindeyiz. Haritalara şöyle bir bakınca Adriyatik denizinin başladığı en güney (Güneydoğu) noktadayız. Tüm Adriyatik kıyılarında oldukça yüksek dağlar, denize paralel bir şekilde konumlanmış. Kıyı şeridi çok dar ve dantel gibi girintili çıkıntılı. Dünyanın en genç devletlerinden biri olan YEMYEŞİL Karadağ’dayız. 

Karadağ Yugoslavya’nın parçalandığı 1996-7 yıllarında önce Kosova ile birlikte Sırbistan’a bağlı olarak federe devlet olarak kalmış, Daha sonra 2006 yılında yapılan referandumla bağımsızlığını ilan etmiş. Toplam 700 bin nüfuslu mini bir devlet. Başkenti Podgorica (TİTOGRAD) kıyıdan içeride yer alıyor. Halkın %35 inin Arnavut asıllı müslüman, %65 inin de Sırp asıllı katolik Hırıstiyan olduğunu öğreniyoruz. Karadağ’lılar eğitimleri ve kültürleri bakımından Yugoslavya’dan kopan diğerlerinden daha medeni  ve kültürlü oldukları için, burada bağımsızlık mücadeleleri sırasında kan dökülmediğini, Yugoslavya iç savaşının buraya pek bulaşmadığını anlatıyorlar. Anayasalarında çevreci bir devlet olmaları belirtiliyormuş. Aslında Karadağ’ın, EU üyesi olmamasına, hatta olmak için hiçbir girişimi bulunmamasına rağmen, resmi para biriminin
EURO olduğunu öğrenince Karadağ’lıların neden kendilerine yeni İSVİÇRE denmesini istedikleri anlıyoruz. Burası biraz farklı. Karadağ’da gün içinde gezdiğimiz Unesco nun Dünya Kültür Mirası olarak kabul ettiği Ortaçağ’dan kalma ama hala yaşanan Budva ve Kotor’un güzelliği, bu fikirin pekişmesini sağlıyor.

Budva
Şehrin birkaç kilometre dışındaki otelimizden Budva’ya giderken harika manzarası ile karşımıza çıkan, eski bir balıkçı köyü olan, ada üzerine kurulmuş St.Stefan ın şimdi restore edilip, en ucuz odasının 5000 € den satıldığı bir otel olarak açıldığını ve sahibinin de CEM UZAN olduğunun söylendiğini anlatıyor rehberimiz. . Bu adayı mutlaka bir görmeniz gerek.

Budva orta çağdan kalma,ama bugünü yaşayan bir kent. Sabah erkenden eski şehir merkezi Stari Grad’a giriyoruz. Deniz kıyısında bir kale. Surların içinde dar sokaklar içinde hala ev, iş yeri, otel, lokanta olarak kullanılan taş yapılar, kiliseler, camiler orta çağdaki özellikleri ile ilgi çekiyor. Budva çok turistik bir yer. Kalenin içinde surlar arasında açılan minik bir kapıdan ulaşılan kale içi plajında hava uygun olmadığı için denize giremedik ama sabah kahvesi içmek pek keyifliydi.

Yine kalenin koruduğu doğal küçük limanın son derece lüks yatlara marina olarak düzenlenmiş olduğunu görüyoruz. Budva Akdenizde olmasına rağmen Osmanlının girmediği bir yer. Ancak Osmanlıya 350-400 yıl vergisini düzenli ödemiş ve Avrupanın deniz ticaretinin yapıldığı önemli bir nokta olmuş.

Kotor
Karadağ’da gezeceğimiz diğer yer Hırvatistan sınırı yakınlarındaki KOTOR.Burası da aynı Budva gibi yaşayan  Orta Çağ kenti. Ancak Budva dan daha büyük. Kale Deniz kıyısında suyu bol bir akarsuyun ağzında kurulmuş. Sırtını oldukça yüksek ve dik yamaçlı bir dağa yaslamış. Uzaktan bakıldığında kale duvarlarının arkadaki dik yamaçlarda Çin seddine benzer bir şekilde uzayıp gittiği görülüyor. O dik yamaçlarda da eskiden kalma evler ve kiliseler görülüyor. Rehberimiz harika manzaraları olan bu noktalara özellikle çıkılmamasını rica ediyor.Kale içinde ziyaret edilecek en öneli bina 809 da yapılmış ve 2009 da restore edilmiş en az 1200 yıllık kilise.İki tane çan kulesinin birinde saat hala çalışıyor. Şehir merkezindeki çarşı meydanında kalenin ilk günlerinden beri kullanılmakta olan kuyudan su çeken emme basma tulumba ilgimizi çekiyor. Oldukça iri ve sağlam bir mekanizması var.

Kalenin 3 giriş kapısı var. Biz bilet alınarak girilen limandaki büyük kapıdan girdik. Diğer iki kapı yukarı kaldırılarak açılan tahta köprülerle girilen kapılar. Doğu daki kapı su dolu hendekten geçilmesini sağlıyor. Batıdaki ise daha büyük ve bol sulu geniş bir akarsunun üzerinden geçişi mümkün kılıyor. Tam filmlik bir yer.

Kotor da Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren Barbaros Hayrettin Paşa’nın ve Osmanlı padişahlarının hiç girmediği bir yer. Aslında burası denizcilerin kolay kolay bulamayacağı, doğal olarak gizlenmiş bir yer. Bizim Fethiye Ölüdenizi düşünün. Onun en az 100 misli büyüklükte, çok daha girintili çıkıntılı bir kıyıda, çok daha kara içine giren bir körfezin en dibinde yer alıyor.
Ancak Barbaros bu ölü körfezin kilometrelerce uzaktaki giriş boğazını kapattığı için Kotor da düzenli olarak Osmalıya haraç ödemiş. 

Kotor’dan hareket edip Dubrovnik’e yöneliyoruz. Yol Kotor körfezinin kıyısından geçiyor. kıyı boyunca midye çiftlikleri sıralanıyor. Ölü deniz gibi kapalı bir koyda, sahile bu kadar yakın midye ve balık çiftliklerine, anayasasında çevreci oldukları belirtilen bir ülkede, izin verildiğine göre gerekli önlemlerin alındığını ve denizin kirletilmediğini düşünüyorum.

Dubrovnik.(Ragusa)

Dubrovnik Hırvatistan’a bağlı. Birkaç kilometre sonra ulaştığımız sınırda önce Karadağ sonra Hırvat pasaport kontrolleri yine zaman kaybettiriyor. Aslında Adriyatik kıyılarında turistik açıdan yıldızı en çok parlayan şehir olan Dubrovnik'e giderken sanki biraz heyecanlanıyoruz. Sabah’tan gördüğümüz Budva ve Kotor bu kadar güzelken Dubrovnik daha meşhur oluyorsa kimbilir nasıldır? Sonuç: Hüsran. Hevesler kursağımızda kalıyor. Sabahtan beri güzel olan hava tam Dubrovnik Stari Grad (Eski Şehir) Kale kapısından içeri girerken bozuyor ve yağmur başlıyor.
Şakırdıyor. Kaçacak saklanacak bir yer bulacağız derken iç çamaşırlarımıza kadar ıslanıyoruz. Daracık sokaklar arasında koşturarak bir lokantaya sığınıp yağmurun geçmesini bekliyoruz.2 saat sonra esen şiddetli rüzgara ve çiseleyen yağmura rağmen şehri gezmeye çalışıyoruz.

Önce belirtmeliyim ki, orta çağdan kalan ve hala en az 5 bin kişinin yaşamakta olduğu sadece bu kale içinde, altyapıya hayran oldum. O kadar yağmur yağmasına rağmen, daracık ve taş sokaklarda en ufacık su birikintisi ve taşma olmadı. Sular anında aktı gitti.O yağmur Ankara da veya İstanbul da olsaydı.. mazallah

Unesco’nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Dubrovnik Kale şehrinde 30 dan fazla kilise (kimi Ortodoks kimi Katolik) su sarnıcı, çok sayıda müze, ve heykel turistlerin ilgisini çekiyor. Kalenin doğu tarafında küçük bir marina, daha doğrusu balıkçı barınağı var. Balıkçı teknelerinin arasında modern motor yatlar görünüyor. Ama Dubrovnik’in esas limanı şehrin öbür tarafında batıda modern şehir bölgesinde yer alıyormuş. Akdeniz’de dolaşan nerdeyse tüm lüks CRUİSE gemileri buraya yanaşıyormuş. Dünyanın ilk eczanesi Dubrovnik’te. Korsan heykeli her turistin resim çektirdiği ancak çok fazla bir özelliği olmayan bir şey.

Dubrovnik’te şehrin arkasındaki tepeye çıkan bir teleferik yapmışlar. Ancak yediğimiz yağmur ve rüzgardan görmeyi aklımızdan bile geçirmedik. Esen şiddetli rüzgarla coşan denizin dalgaları kıyıyı döverken akşam tekrar gelmek üzere otelimize gidiyoruz. Ne yazık ki rüzgar ve yağmur akşam programımıza da engel oluyor. Güzel otelimizde eşyalarımızı kurutmaktan başka bir şey yapamıyoruz.

Kuşbakışı Dubrovnik
Ragusa Osmanlı kara sınırlarının Avrupa da ulaştığı en batı noktası. Ancak Ragusa’ya
( Dubrovnik) da Osmanlı düzenli vergi verdiği için dokunmamış.

Sabah hedefimiz   SARAJEVO.

Sevgilerimle.

Kamil SANDIKÇIOĞLU

No comments:

Post a Comment