Wednesday, April 9, 2014

GÜNEY AFRİKA





Fotoğraf albümü buradahttps://photos.app.goo.gl/D4177Cnju3AgfWyX9

Yıl 2007 , Aralık ayı. 2001 yılından beri programımızda olmasına ve her yıl gitmek için girişimde bulunmamıza rağmen başaramadığımız Güney Afrika için bir kere daha girişimde bulunmaya karar verdik.

2001 yılında Güney Afrika için para yatırdığımız tur iptal edilmiş ve Kuzey Afrika’ya, Fas’a gitmiştik. Bu sefer daha şanslı hissediyoruz kendimizi. Uzun yıllardır bu sektörün içinde yer alan ODTÜ mezunu bir tur operatörünün düzenlediği tur’a katılmak üzere paramızı yatırdık. Orada herhangi bir sürpriz ile karşılaşmamak için de gezide düzenlenecek her türlü ilave ücrete tabi “extra” ların da ücretini peşinen ödedik. Gezi tarihine iki gün kala şirketten telefon geldi.

Söylenen ilk şey “Tura katılan sayısı az olduğu için…….”.

Lafın bitmesini beklemeden,

“Biz bu filmi daha önceden gördük. Güney olmadı, Kuzey Afrika verelim lafını kabul etmiyoruz artık” dedik.

“Yok öyle değil. Bizim tur iptal oldu ama biz sizi başka bir şirketin Güney Afrika turuna devrettik. Üstelik o tur, bir miktar daha ucuz. Büromuza gelirseniz hem gerekli açıklamaları yaparız, hem
ücret farkını iade ederiz.” dediler.

Devredildiğimiz tur şirketinin de kurucusu da ODTÜ’ lü ve de İE . Yani iyi tanıdığımız biri. İnatla Güney Afrika’yı istediğimiz için itiraz etmedik. Gerekli bağlantıları yeni şirketle de kurarak gezi programına başladık.

Güney Afrika , Afrika kıtasının en güney ucunda yer alıyor. Yüz ölçümü 1.221.000 km kare. 47 milyon nüfusu olan ülkede % 75 zenci, %15 beyaz ve % 10 diğer( Hintli ve benzeri). Okur yazar oranı %85. Resmi dil olarak 12 dil var. İngilizce ve Afrikano en çok konuşulan dil. Fert başına düşen gelir 6000 USD . Bu gelirin %95 i beyazların, kalanı diğerlerinin elinde diye söylersek gelir dağılımındaki durumu açıklamış oluruz. Resmi para birimi ZAR. Güney Afrika Rantı.

Güney Afrika’ nın bilinen tarihi Osmanlı İmparatorluğunun tüm Akdeniz’i sınırları içine alması ile başlıyor. Avrupa ile Hindistan ve Çin arasındaki ticaretin gerçekleştirildiği İpek Yolu da Osmanlıların eline geçince Avrupalılar başka yollar aramaya başlıyorlar. 1490 lı yıllarda Vasgo De Gama Afrika’nın Güneyinden dolaşıp Hindistan’a ulaşmayı başarınca Güney Afrika’nın önemi ortaya çıkıyor. Burada 1560 dan sonra kurulan limanlarla sömürgeciliğin temelleri atılmış. Önce Hollandalılar daha sonra Fransızlar ve onları yenen İngilizler sömürgecilik ve daha gaddar olan ırkçılık politikaları ile bölgenin hakimi olmuşlar. Birinci Dünya savaşından beri çok katı bir şekilde uygulanan (apartheid) ırkçı politika, 1991 yılında 30 yıldır hapiste tutulan zenci lider NELSON MANDELA’ nın Cumhurbaşkanlığına seçilmesi ile kaldırılmış ve nüfusun % 75 ini teşkil eden Afrikalı zencilere demokratik hakları verilmiş. Halen Mandela’nın halefi olan M’Beki Cumhurbaşkanı olarak bulunuyor. Yerine de Afrika Ulusal Kominist partisi başkanı Zuma’ nın geçmesi bekleniyor

Ülkenin sömürgeciliğe davetiye çıkaran çok önemli ve kıymetli doğal kaynakları bulunuyor. Bunların başında kömür, elmas, platin, krom ,demir ve diğer madenler geliyor.

Cape Town’a Uçuyoruz

Öncelikle, nazar değmesin THY son zamanlarda çok iyi diyerek başlayalım. THY’nin İstanbul - Cape Town uçuşu gece yarısı başlıyor.

Airbus 340’ ların çalıştığı bu hatta ilk durak 11 saat sonra Johannesburg. Orada yolcu indirdikten sonra da 2 saatlik bir uçuş daha var. Son durak Cape Town. THY’nin güzel bağlantılar kurduğunu ve seferlerinde yüksek doluluk oranlarını yakaladığını kanıtlayan seferlerinden biri de galiba bu hat. 250 kişilik uçakta boş koltuk yoktu. Yolcuların çoğu da Türk değildi. Sohbet ettiğimiz İngiltere de okuyan Güney Afrikalı gençler Londra dan İstanbul bağlantılı geldiklerini, BA an ve ZAA dan çok daha elverişli imkanlar bulduklarını söyleyince bravo THY ye dedim.

Cape Town Güney Afrika Cumhuriyeti’nin resmi üç başkentinden biri. Güney Afrika yı tanımaya bu değişik ifadeyle başlıyoruz. Üçün, biri Cape Town. Biri Pretorya. Biri Johannesburg. Ülke de birliği ve dirliği sağlamak için güzel bir uygulama. Yurttaşlık bilgisi diye okuduğumuz derslerde bir ülkenin demokratik yönetimi için yasama, yürütme ve yargının ayrı olması öğretilmişti bizlere.

Güney Afrika da bunu çok belirgin bir şekilde ayırmışlar. Her bir erk için bir şehri başkent belirleyip anayasalarına yazmışlar. Yasama Başkenti Pretorya. Parlamento burada. Johannesburg yargının başkenti. Anayasa mahkemeleri gibi yüksek mahkemeler burada. Cape Town yürütmenin başkenti. Hükümet burada.

Cape Town’a iner inmez ilk şokumuzu yaşıyoruz. Birbirimize “ AMAN DİKKAT Trafik SOLDA “ diyoruz. Ancak sürücülerin yayalara, daima her şartta, öncelik verdiğini görünce korkularımız geçiyor. Alandan şehir merkezine gelinceye kadar birkaç yerde çit veya benzeri engellerle çevrili, teneke evlerden kurulu mahallerin yanından geçiyoruz. Buralar fakir zenci ailelerinin oturduğu gecekondu bölgeleri. Görünüşleri çok kötü. Teneke veya kartondan yapılmış evlere mahallenin ortasındaki bir direkten uzatılan salkım saçak kablolarla elektrik vermişler. Su nasıl getirilmiş veya var mı? bilmiyorum. Ancak görünen şey bu pejmürdelik çit ile belirlenen sınırı aşmıyor. Orada bitiyor. Modern şehir ve yaşam başlıyor.

Liman yakınındaki güzel bir otele yerleşiyoruz. 3 gece buradayız. Programımızda görülecek yerler arasında Masa dağı ilk sırada yer alıyor. Ancak yerel rehberimizin elindeki telefondan gelecek habere göre Masa dağına ne zaman çıkılacağı belirlenecekmiş. Hava bulutlu olduğu için çıkılamayacağı söyleniyor.Bu arada şehir turu yapıyoruz. Harika düzenlenmiş. Botanik bahçelerini geziyoruz. Orada yetiştirilmiş , dünya çapında ödül kazanmış ve ülkenin ATATÜRK‘ü Nelson Mandela’nın adının verildiği, altın renkli Starliçya ile tanışıyoruz. Dünyada ilk kalp nakli yapılan Grute Schuure hastanesinin önünden geçiyoruz. “ Dünyanın en tanınmış hastanesi yakınımızda, hastalanırsak korkmaya gerek yok” diyoruz

İlk durak şarap degistasyonu yapılan şaraphaneler. Yol üstünde çeşitli çiftliklerin önünde levhalar var. 10 çeşit şarap 5 ZAR yazıyor. Ne demek olduklarını bir şaraphaneye girdiğimizde anladık. Özellikle turistlere yönelik yapmışlar. Satış başlamadan önce, güzel bir bahçe içinde düzenlenmiş bir bar etrafında çiftliğin üretimi olan şaraplar tanıtılıp, sırayla 10 kadar şarap tattırılıyor. Her yeni şişe şarap açıldığında, kadehler tezgahtaki sürahideki su ile çalkalanıp yıkanıyor. Biz önce beyaz şaraptan başladık. İlk şaraplar ucuz ve o yılın mamulü taze şaraplar idi. İlk tattığımız ise belirgin bir aromalı en ucuz beyaz şarap idi. Kırmızılara geçilmeden beyaz şaraplar arasında yapılan oylamada en beğenilen şarap bu olunca barmen bizim şaraptan anlamadığımızı hemen belirlemiş oldu. Fazla şarap satamadı ama, adam başı, en fazla 20 yudum şarap için 5’er ZAR kazandı.

Limanda dolaşırken Nobel Barış Ödülü kazanan 4 Güney Afrikalının ( 1960 da Albert John Luthuli, 1984 Desmond Tutu, 1993 Frederik W. De Klerk ve Nelson Mandela ) heykelleri önünde resim çekiyoruz.

Ertesi gün de masa dağı rüzgar yüzünden uygun değil haberi üzerine Güney Afrika nın en tanınmış ürünü olan elmas işletmeciliği yapan bir şirketin dükkanına gidiyoruz. Hanımlar çok seviniyor.

Önce elmas nedir? Nasıl çıkarılır ve nasıl işlenir? Kısa bir sunumla anlatılıyor. Elmas saf karbon. Yerin dibinden çıkarılıyor sanki. Dünyanın merkezindeki ateş topundan yer yüzüne doğru uzanan volkanik bacaların bulunduğu yerlerde açılan maden kuyularından çıkarılıyormuş. Elmas madenleri 3000 metre derine kadar iniyormuş. Güney Afrika da bu volkanik bacalardan çokça var. Kimisinden altın, kiminden platin, kiminden elmas çıkarılıyor. Altın madenleri 2000, Elmas 3000,. Platin 4000 metre derinlere inen kuyulardan çıkarılıyormuş.

Hanımlar için çok önemli bir bilgi. En kaliteli elmas kaç köşeli bir kesime sahip olmalıdır?. Elmasın kalitesi yalnızca saflığı , büyüklüğü, berraklığı ile değil şekli ve kesimi ile de belirleniyormuş. En kaliteli kesim ise 58 yüzeyli olan kesimmiş. Yeni patent aldıkları bir kesim daha varmış . Bunun tam 76 yüzeyi varmış.

Penguenler

Cape Town Atlas okyanusu kıyısında en güneydeki en büyük şehir. Dünya Atlaslarının en güney ucu diye bilinen Ümit Burnuna doğru giderken doğudaki Hint Okyanusu kıyısından geçtik. Yol, ülkenin ilk koloni limanı olarak kurulan ve halen İngilizlerin Hint okyanusundaki bağlantı üssü olarak kullanılan Simon’s Town adlı limandan geçiyor. Şehir de kıyıda bir sürü tabela var. “Fishing and Whale Watching “ reklamları yapılıyor. İçimizden acaba böyle şeylere vakit ayırmak mümkün olur mu ki diye geçirdik ümitsizce.

Yer yüzünde Güney kutbunu mesken tutan penguen türlerinden en kuzeyde yaşayan kolonisi bu sahillerde bir koya yerleşmiş. Güzel bir milli park olarak korunan bu koyda penguenler arasında kumsalda dolaşıyoruz. Bol bol resim ve film çekmeye çalışırken, başımdaki şapka uçuverdi. Şapkamı yakalamak için kumların üzerinde koşmaya çalışırken ilk tümsekte ayağım takılıp yere incecik kumların üzerine kapaklandım. Yaşamın ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu o an anladım. Dünyam karardı. Kaç dakika sonra kendime geldiğimi bilmiyorum. Millet etrafıma toplanmıştı. Boynumdaki film makinesini düşerken hasar görmesin diye korumak için refleksi bir hareketle vücuduma yapıştırınca, o makine, karın boşluğuma girip nefesimi kesivermişti. Neyse ki geçerken beğendiğimiz hastaneye gitmeye gerek kalmadan toparlandım.

Sadece dağılan gözlüğümün dışında başka hasar vermeden geçiştirdiğimiz bu olaydan sonra hemen birkaç kilometre ötedeki Hint okyanusu manzaralı lokantaya geçtik. Lokantanın adı Black Marlin. Blue Marlin balıkçıların rüyalarını süsleyen yelken gibi yüzgeçleri olan bir kılıç balığı türüdür. Demek Afrika da bu BLACK oluyormuş dedik. Yemekte tabii ki balık vardı. Gayet güzel bir balık şiş yedik . Ne balığı olduğunu sorunca Black Marlin dedi şef. İnanmış gibi yaptık. Ama inanılmayacak şey hemen 100 metre ötemizde oynamaya başladı. Okyanusun yüzeyinde önce biraz kıpırtı oldu, sonra bir su fışkırdı. AAAAA!! Balina dedik. Biraz sonra bir değil iki su fışkırdığını fark ettik. Balina yavrusu ile bize kıyıya 100 metre kadar yaklaşarak şov yapıyordu. Yaklaşık iki saat önce whale watching’ i düşünürken, şimdi önümüzde idi balinalar.

Ümit Burnu. CAPE OF GOOD HOPE.

Yemekten sonra ilk hedef yaklaşık 40 km mesafedeki Ümit Burnu.


Yani Afrika’nın en güney ucu veya haritanın dibine en yakın kara parçasının ucuna gidiyoruz. Otobüsümüz deniz kenarında üzerinde Cape Of Good Hope yazan tabelanın bulunduğu yerde durdu. Acayip rüzgar esiyor. Hava soğuk değil ama rüzgar insanın içine işliyor.

Hadi dönelim bu rüzgarda durulmuyor dedik ama, yanlış demişiz. Yukarı çıkılacakmış. Arkamızdaki dağın tepesine bir dişli tren ile çıktık. Oradan da yaklaşık 100 basamak merdivenle en tepeye ulaşıldı. Buraya gemiciler için Ümit Burnunu gösteren bir fener yapmışlar. Rüzgarın burada çok daha etkili olduğunu söylemeye gerek yok. Artık resim çekmek için sabit durmakta bile zorlanıyoruz. Ancak dikkat çekici şey, burnun batı kıyısı yani Atlas okyanusu kıyısında daima rüzgar ve dalga olurken, doğu tarafında, Hint okyanusunda sular daima durgun olurmuş. O nedenle daima fırtına kadar şiddetli rüzgardan kurtulup bu burnu dönebilen gemicilere yeni iyi umutlar doğduğu için Ümit Burnu isminin verilmiş olduğu anlaşılıyor. Fenerin avlusunda işaret tabelaları var. Güney Kutbuna hala 6000 km varmış.


Masa Dağı

Cape Town da son günümüzde nihayet iyi haber geldi. Masa Dağı çıkış için uygunmuş. Masa Dağı, şehrin her noktasından görünen yaklaşık 1500 metre yüksekliğinde çok dik, kayalık bir dağ. Ancak tepesi düz olduğu için Masa dağı deniyor. Masanın üstünü milli park olarak düzenlemişler. Şehirden tepeye çıkmak için tek istasyonlu bir teleferik yapmışlar. Teleferiğin sadece biri altta biri üstte olmak üzere 2 direği var. Yaklaşık 1500 metrelik bu yüksekliğe çıkarken kabin çok dik olan kayalık yamaca çarpacakmışçasına yaklaşıp geçiyor. 50 kişilik yuvarlak kabin içindeki taban döndüğü için insanlar yukarı çıkarken şehrin her tarafını görebilme şansını buluyor. Tepede manzaradan başka önemli bir şey yokmuş.

Sun City

Cape Town dan sabah charter ile Johannesgurg’a uçuldu. Hiç oyalanmadan otobüslerle yaklaşık 100 km mesafedeki Sun City e geçildi. Sun City Güney Afrika’daki Las Vegas. Her ikisi de insanlar tarafından kumar ve eğlence merkezi olarak yapılmış ama iki temel fark var. Las Vegas ıssız bir çölde inşa edilmiş, çok büyük bir kent olmuş. Sun City tropik bir ormanda inşa edilmiş ve bir oteller sitesi olarak kalmış.

Eğlence merkezi genelde çocuklara yönelik düzenlenmiş olduğu için bize cazip gelmedi ama otelin bahçesini gezmek keyifli idi. Kumarhaneyi ziyaret edip çıktık. İlgi çekici bir şey yoktu.

Plannesberg,

Sun City’den sabah Plannesberg’e geçildi. Burası yaklaşık Sun City’e 15 km mesafede Afrika’nın doğal yaşamının korunduğu ve turistlere gösterildiği bir milli park. Ankara- Gölbaşı- Haymana- Polatlı-Kızılcahamam – Ankara arasında kalan kadar bir alanı tel örgülerle kapatmışlar. İçine Afrika da yetişen her türlü mahlukatı( “Big Five “ dahil)( Fil , Zürafa, Gergedan,Aslan, Su aygırı) koyup serbest bırakmışlar. Parkın içinde yapılan oteller, doğal yaşantılarına devam eden hayvancıklara, insanlar bir hayvanlık yapmasınlar diye, elektrikli tel ile çevrilmiş. Sadece maymunlar ve kuşlar tel örgülerin üzerinden atlayıp karşı tarafa geçebiliyorlar. Kaldığımız Bakabung Bush Lodge orman ortasında yemyeşil bir düzlüğün ortasında yer alıyor. Harika bir dinlenme yeri. Odamızda maymunlara yiyecek verilmemesini öğütleyen yazılar koymuşlar. Ama maymunlar okuma yazma bilmiyorlar. Açık cam bulduklarında odadaki meyveler yürütülüyor. Maymunların çok sevdikleri bir şeyde bahçedeki amarula ağacı ve meyvesi. Amarula meyveleri (marula diyorlar) Afrika da bir çok hayvanın ilgisini çekermiş. Erikten biraz büyük, yeşil renkli bu meyveleri yiyen fil, zürafa, gibi iri hayvanlar bile sarhoş olurlarmış. Yalnızca maymunlar olmuyormuş . Çünkü meyvenin yarısını yemeyip atıyorlarmış. Ama hangi yarısını?...Duty Free lerde en çok satılan Afrika ürünleri arasında Amarula içkisi geliyor.

Safari

Safari için akşamüstü ve sabah gün doğarken olmak üzere iki program yapıldı. Arkası tribün gibi düzenlenmiş arazi araçlarına binip hareket ediyoruz. Aracımızı kullanan beli silahlı rehberimizin kesin talimatı var. Araçtan hiçbir şekilde inilmeyecek. Bir yandan araba kullanıp bize anlatırken diğer taraftan telsizle diğer ekiplerle konuşup hangi bölgede hangi hayvanın olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Hedef ormanlar kralını görmek.

İlk dönemeçte Antilop ve Zebra sürüleri çıkıyor karşımıza. Dişisini ve erkeğini ayırmak gibi temel bilgileri alıyoruz. Arkalarından bakıldığında sarı renkli antilopların her iki kalçasından aşağıya doğru inen siyah çizgiler ortadan inen kuyruk çizgisi ile bir araya gelince bildiğimiz bir logo oluşturuyor. Sarı üstüne siyah bir M harfi. Rehberimiz işaret ediyor.

” Bu antiloplara Afrika MacDonalds’ı denir. Her köşede rastlarsınız. Ve önüne gelen yer.”

Hava kararıncaya kadar Safari boyunca, bize bakıp, bu garip yaratıklarda bir rahat vermiyor diyerek doğal yaşamına devam eden, maymun, zebra, kudu ( bir çeşit geyik), antilop, yaban köpeği, gergedan, su aygırı, öküz başlı geyik, gibi hayvanlara rastladık. Araçtan inmeden 15 metre yakınlarına kadar yaklaştık. Ama kraldan haber yok. Sadece bir yerde yeri göğü olmasa da, insanın içini titreten kükremesini duyduk.

Akşam yemek açık büfe. Yemekte antilop yahnisi vardı. Ben çok beğendim. Yumuşacık bir et. Boş yere Afrika Mac Donalds’ı dememişler.

Sabah gün doğmadan kalkıldı. Aynı araçla hayvanlar henüz uyuklarken görmek amacıyla yola çıkıldı. Bu sefer şanslı idik . Telsizlerden aslanların bulunduğu yerlere ilişkin doğru adresler geldi. Akşam gördüklerimize ilaveten aslan familyası ile müşerref olduk.


Yetimhane


Güney Afrika’da yıllardır bildiğim safari yapılan başka bir milli park daha var. Kruger Park. Bizi neden oraya değil de Plannesberg’e getirdiniz diye sorduğumda, Kruger’in buradan daha büyük olduğunu ancak orada sıtma hastalığını önleyemedikleri için, turistlere buranın önerildiğini söylediler. Plannesberg de 2 gece geçirip Johannesburg’ a geçerken, yerel rehberimizden çekinerek bir teklif geldi. Acaba yetimhaneye uğramak istermiymişiz? Fakir zencilerin çok tatlı çikolata renkli bebelerinin çekiciliği düşünerek hadi görelim bakalım dedik.

Tel örgülerle çevrili geniş bir çiftliğin içine girildiğinde beklentilerimizde yanıldığımızı anladık. Analarının terk ettiği aslan yavruları alınıp, bu yetimhanede bakılıp, yetiştiriliyor ve daha sonra doğaya salınıveriyormuş. Aslan yavruları 3’er, 6’şar ve 9’ar aylık olmak üzere gruplara ayrılmış. Ancak belgesel filmlerde görülecek bir hayranlık ve sevgiyle, önce 3 er aylık yavrularla, daha sonrada 6 şar aylık aslancıklarla sarmaş dolaş olduk. Daha yaşlıların arasına girmedik. Daha süt içen 3 aylıkların bile dişleri insanın kemiklerini kırabilecek büyüklükte idiler. Kediyi bile kucağına almaya çekinen insanların burada aslan yavrularına sarılarak resim çektirdiklerini gördük.

Lesedi

Yol Üzerinde bir başka köye daha uğradık . Turistler için düzenlenmiş, hakiki Güney Afrika kabilelerinden biri olan LESEDİ lerin bir köy yaşantısını, imitasyon bir düzenle turizme açmışlar. Lesedi Köyü ne girerken önce, tarihlerini, savaşlarını, yaşamlarını , folklorlarını tanıtan bir program yapıyorlar, daha sonrada köyü gezdiriyorlar. Lesedi halkı ile sarmaş dolaş resimler çekiyoruz. Uğur getirmesi için, taze inek dışkısı ile evinin önünü süsleyen hanımlarla karşılaşıyoruz. Burada bize poz veren, folklor gösterisi yapan zencilerin çok yakındaki Johannesburg da oturduklarını ve her sabah buraya gelip çalıştıklarını öğreniyoruz.

Öğlen yemeği Lesedi restoranında. Açık büfede ne var. Bir sürü bildik yemek. Biri hariç. Kudu etli yahni. Derhal tadına bakıldı ve herkese tavsiye edildi. Antilop etinden biraz daha sert ama organik olduğu kesin.

Johannesburg

Öğleden sonra Johannesburg’a ulaşıyoruz. Burada yerel rehberimiz Kanada kökenli bir hanım. Bu şehirde ve Pretorya da suç oranının çok yüksek olduğunu, çarşı ve pazarda yalnız başına dolaşılmaması gerektiğini ikaz ediyor. Johannessburg yasal başkent. Zenginlik ve fakirlik kol kola, iç içe. Mandela yönetime geldikten sonra fakir halkı yaşadıkları teneke evlerden kurtarmak için çeşitli girişimler başlatmış. Fakirlere yönelik tek katlı evlerden oluşan toplu yerleşim alanları, çok sayıda köyler düzenlemişler. Halk bu nedenle Mandela ya nerdeyse tapıyor. Ama fakirliği ve gelir düzeyindeki uçurumu yenebilmek için daha çoook zamana ihtiyaçları var.

Monte Casino

Johannesburg’ daki otelimiz şahane. The Michalangelo. Bitişiğinde çok lüks bir alış veriş merkezi var. AVM nin önünde ise devasa bir Mandela heykeli. Güney Afrika’daki son gecemizi eğlenerek geçireceğiz. Yemek Tuscan Barbeque restoranındaymış. Güneş batarken restorana gitmek üzere aracımıza binip şehir merkezini geçip, üstünde Monte Casino yazan bir binanın önünde durduk. Kale kapısı gibi bir kapıdan içeri girdiğimizde yavaş yavaş bir değişiklik hissetmeye başladık. Bir kasabanın içinde dolaşmaya başladık. Önce içerdeki ışıklar fark etti. Biz girerken güneş batmış, hava kararmış idi. Ama burada gökyüzü henüz mavi. Güneş batmamış henüz. Restoranımıza giderken yolda geçtiğimiz sokaklar tam bir İtalyan köyünü andırıyor . Balkonlardan aşağı sarkıtılmış çamaşırlar, kavşaklarda duran Polizei arabaları falan..

Anladık ki burası bir kumarhane ve dekorasyonu tam bir İtalyan Toskana kasabası şeklinde yapılmış. Tavan yapay bir gökyüzü olarak düzenlenmiş, istendiği zaman sabah, istendiğinde akşam gibi ışıklandırılabiliyor. Tuscana Restoran da bu koca kasabanın içinde merkezi bir yerde. Yanındaki şehir meydanında kocaman bir kumarhane var.

Açık büfeden yemek alırken insanın kendini kontrol etmesi zor.

Hele bu kadar büyük ve inanılmaz çeşitte yiyecek arasından seçmek daha zor. Her türlü Afrika orijinli yemeği denedikten sonra sıra tatlılara gelince, nezaketen Kanadalı hanım rehberimize de sordum.

Dondurma istermi diye. Evet dedi. Bende büfeden hem kendime hem ona dondurma servisi yaptım. Kadıncağız dondurmaları görünce,

“ Your eyes are bigger than your stomach “ dedi. Bu deyimi artık unutmayacağım.

Pretorya

Pretorya Güney Afrika Parlamentosunun bulunduğu kent. Yasama başkenti. Türkiye Büyükelçiliği de burada . Johannesburg la birleşmiş gibi duruyor. Şehri gezip parlamento binasının önündeki parkta mola veriyoruz. Şehir merkezindeki Güney Afrika’nın kurucularından

Dr. Kruger’ in heykelinin önünde poz verdik. Pretorya, gelir dağılımın en bozuk olduğu yerlerden biri. Şehir çevresinde çok sayıda teneke ev mahallesi var.

Son İzlenimler


Dönüş için havaalanına giderken rehberimizin verdiği bilgileri gözden geçiriyorum.


- 2010 Dünya futbol şampiyonası, burada yapılacak. Maçların oynanacağı şehirlerde yeni statlar yapıyorlar. Tüm maçlar yapılacak bu yeni statlarda oynanacakmış.


- Trafiğin solda olduğundan anlaşıldığı gibi İngiliz egemenliği devam ediyor. Yani burası KARA İNGİLTERE .


- Türkiyenin layık gördüğü Atatürk barış ödülünü kabul etmeyen Mandela burada ülkenin Atatürk’ü olmuş.


- Dünyada ki ilk kalp nakli ameliyatı burada yapılmış olduğundan tahmin edileceği gibi tıpta çok ileri bir düzey yakalanmış olmasına rağmen AIDS e çare bulunamıyor. Resmi kayıtlara göre halkın %25 i HIV pozitif. Gayri resmi bilgiler ise bu oranın %45 in üstünde olduğu şeklinde.


- İlk seçimlerde Cumhurbaşkanı seçilmesine kesin gözü ile bakılan Afrika Ulusal Komünist Partisi başkanı Zuma’nın AIDS hakkındaki yaklaşımı ise düşündürücü. “ Ben free sex den sonra hemen yıkanıyorum.” diyormuş.


Acaba Türk milli futbol takımı Dünya kupası finallerine katılmaya hak kazanırsa Güney Afrika’ya maça gidilir mi? Ne dersiniz..?


Fotoğraf albümü burada

Sevgilerimle.


Kamil Sandıkcıoğlu, IE, 71

No comments:

Post a Comment