LAHOR, PAKİSTAN
Kış mevsiminin soğuk günlerinde sıcak
memleketlere gidip iliği kemiği ısıtmak iyi olur diye düşündüğümüz Aralık
ayının ikinci yarısında Pekin Tur'un programı geldi. Program şöyle; Önce
Pakistan, oradan Hindistan'a karayolu ile geçilip Amritsar gezilip, Haydarabat
ve Kalküta ziyaret edilip Bangladeş'e geçilecek. Mart'ın ikinci yarısında 12
günlük bir program. 31 Mart'taki Yerel Seçimlere de yetişiliyor. Düşünecek bir
şey yok. OK.
Derhal vize işlemleri için plan yaptık.
Geçtiğimiz Hindistan seferlerinden edindiğimiz tecrübe ile internetten
başvurulacağını, randevu alınacağını, gerekli evrakların ancak öyle sefarete
verileceğini biliyoruz. Seyahat Mart ayında olacağı için vizelerin 3 aylık
süreye girebilmesini düşünerek yılbaşından sonra başvurduk.
Önce
Hindistan sefaretinden başladık. Çok uğraştırmadan vizemizi aldık. Ancak
vizeyi veren yetkili önemli bir açıklama
yaptı “Bu tek girişli vize ile Hindistan'a sadece Karayolu Giriş kapısı olan
WAGAH'tan ülkeye girebilirsiniz. Başka hiçbir hava veya deniz kapısından
giremezsiniz.”.
Bizim için hava hoş, zaten programımız öyle dedik.
Daha sonraki hafta Pakistan vizesini
aldık. Bangladeş sefareti ise Türklere kapıda vize verildiğini ancak, kapıdaki
memurun sorun çıkartması olasılığını ortadan kaldırmak için önceden vize
alınmasını tavsiye ettiği için sefarette gittik. 1 aylık vize vereceklerini, bu
nedenle de Mart ayındaki gezi için Şubat’ın son haftasında gelin dediler. Ona
da OK dedik. İlkel denecek yöntemlerle çalışan ancak insani ilişkilerin ön
planda olduğu bir ortamda sorunsuz vizemizi aldık.
Ancak bu arada gezi programımız Haydarabat
yerine Hindistan’da 5 değişik şehir de ilave edilince gezi süresi 17 günün
üzerine çıktı. Emekli olunca zaman mesele değil. Ona da OK.
Şubat ayı girdiğinde Hindistan ile
Pakistan’ın birbirlerinin uçaklarını düşürdüğü, savaşın eşiğine gelindiği, tüm
sınır kapılarının kapandığı, (WAGAH dahil.) ve
Pakistan hava sahasının tüm uçuşlara
kapatıldığı haberleri gelmeye başladı.
Pakistan hava sahası kapanınca alternatif
güzergahlar araştırılmaya başlandı ancak vizemizdeki sadece WAGAH şartı
nedeniyle başka çare olmadığı için geziye yine Lahor’dan başlanmasından başka
çare kalmadığı gerçeğini kabul ettik. Yeter ki Pakistan hava sahası açılsın.
Nitekim Pakistan hava sahası bir ay kadar kapalı kaldığı için uçuş
programımızdaki THY uçuşları, Önce Gulf Air’e, daha sonra Qatar
Air’e dönmek zorunda kaldı. Bir ay kadar süren savaş ortamı normale döndüğünde
gezimizin başladığı 12 Mart tarihine sadece 2 gün kalmıştı. Grubun diğer
katılımcılarının Vize sorunları ise ayrı bir hikaye.
Bu programı uygulamayı tüm zorluklara
rağmen başaran EMRE PEKİN’i yürekten takdir etmek ve teşekkür etmek gerekiyor.
Neyse programa İstanbul‑DOHA‑Lahore seferine
yapan QATAR havayollarının
en yeni uçaklarından biri Airbus 350 ile başladık.
LAHORE,
PAKİSTAN
Önce ilk defa gittiğimiz dost ve kardeş
diye çocukluğumuzdan beri iyi bildiğimizi sandığımız Pakistan’ı öğrenmek lazım.
Haritalara bakıldığında Hindistan
yarımadasının kuzeybatısında yer alan İndüs nehrinin suladığı çok yeşil bir
coğrafyada yer alıyor. Batısında İran, kuzeyinde Afganistan ve Çin, doğusunda
Hindistan bulunuyor. Güneyde ise Umman denizi var. Başkenti İSLAMABAT. (Eskiden
Karaçi iken 1960’da Ravalpindi yakınlarında yeni kurulan İslamabat başkent olmuş.)
Yüz ölçümü 700 bin km2 civarında. Nüfus ise 220 milyon olarak tahmin
ediliyor. Federal Parlamenter İslam Cumhuriyeti’nin para birimi Pakistan Rupisi.
PKR= 0.05 TRL.
1947’de İngiliz sömürgeliğinden Hindistan ile birlikte ayrılıp bağımsızlığına kavuşan bu ülkenin adı da kurulurken belirlenmiş. Hikâye şöyle:
Hindistan yarımadasının tümünde, İngiltere’den bağımsızlık için mücadele 19. yüzyıl sonlarında başlamış. Ayrılışın gerçekleştiği 1947 tarihine kadar çok mücadele edilmiş. Ayrılış kesinleştiğinde tek bir devlet yerine koca yarımadadaki Müslümanların ve Hinduların ayrı birer devlet kurmasına karar verilmiş.
Yarımadanın genelde batısında ve doğusunda
yer alan Müslümanların tek bir devlet çatısı altında, Hinduların da Hindistan
olarak devlet kurmaları kabul edilmiş.
Müslümanların kuracağı devletin adı ise
ülkeyi oluşturan Pencap, Afgan, Keşmir, Sind ve
Belucistan eyaletlerinin baş harflerinden oluşması kabul edilmiş. P‑A‑K‑S
ile Belucistanın “istan” ı kullanılmış ve PAKİSTAN olmuş. Yani Pakistan yapay
bir isim olarak devlet adı olmuş. Hint yarımadasını doğusundaki yaklaşık 1700 km
mesafedeki Bengal eyaleti ise Doğu Pakistan olarak Müslüman ülke birliğine
katılmış.
Tam bu sırada halkının %80 i Müslüman ,%15
i kendisi gibi Hindu olan Keşmir Racası anlaşmaya uymayıp bağımsız kalacağını
ilan etmiş. Pakistan ise adını oluşturan Keşmir’in bu kararına karşı çıkıp
askeri saldırılarda bulunmuş. Keşmir racası ise Hindistan’dan yardım istemiş.
İngiltere’nin araya girmesi ile Keşmir özerk bir devlet olarak değil ama özel
statülü bir yer olarak kalmış.
Halen mümbit toprakları ve zengin doğal
kaynakları olan bu bölge Hindistan ile Pakistan arasında çatışmaların kaynağı
olarak kalmaya devam etmekte.
Pakistan’da halen her eyaletin kendi dili
konuşulurken resmi dil Urduca ve İngilizce olarak belirlenmiş. Yani resmi
dillerinin yanında elan, kuzeyde Lahor da Pencabi. Güneyde Karaçi de Sindi,
konuşuluyor. Tabii ki Belucistan’da Beluci kullanılıyor.
Bengalcenin konuşulduğu Doğu Pakistan ise
1971 yılında, aradaki 1700 km.lik coğrafi ve fiziki engel ile, koskoca
Hindistan devletinin siyasi engeli realitesinden kaynaklanan nedenlerden ve Pakistan’ın
resmi dil olarak Urduca konuşulması şartını getirmesini bahane ederek ayrılmış
ve BANGLADEŞ İSLAM Cumhuriyeti olarak bağımsızlığını ilan etmiş. Sabah erken
saatlerde geldiğimiz Lahor, Pakistan’ın kuzey eyaletlerinden Pencap'ın
başkenti. Pencap, İndüs nehrini oluşturan 5 büyük akarsuyun geçtiği mümbit
toprakları olan bir bölge. Tarım yanında tekstil endüstrisi çok gelişmiş
durumda.
Şehrin nüfusu 12 milyon dolayında. Mart
ayı olmasına rağmen hava sıcak ve puslu, şehir tozlu ve kalabalık. Eski İngiliz
sömürgesi olduğu trafiğin soldan olmasından belli. Ancak İngiltere’den
farklılık oluşturan temel şey çoğunluğu motosiklet ve 3 tekerli RİKŞA’ların
yarattığı çooook gürültü. Bir de buna at ve eşeklerin çektiği arabalar ile
yayalar katılınca trafik sadece soldan değil her yönden akar haline
geliveriyor. Ülkede trafiğe çare bulmak için kavşaklara ışıklı düzenlemeler
kurulmuş ancak uyulmuyor. Son zamanlarda radarlı, kameralı trafik kontrolleri
yapılmaya başlanmış. Biraz etkisi olduğu söyleniyor ama çoook fırın ekmek
yenmesi gerek.
Grubumuzun diğer üyeleri bir gün sonra
gelebildikleri için, biz 3 kişi ilk günü kolayca ulaşılacak yerleri dolaşarak
değerlendirdik. İlk gün Lahor hayvanat bahçesi ile ulusal müzeyi ziyaret ettik.
Hayvanat bahçesi çok ilkel ve bakımsız. Anılarımıza yer edecek tek hayvan
Bengal kaplanı. O bile zayıf ve çelimsiz göründü
Müze ise ilginç. Urduca, Arap harfleri ile
yazılıp okunuyor. Müzenin kapısına İngilizce MUSEUM yanında Arapça da yazılmış.
ACAİPKAR okunuyor. Müze de ülkede yaşamış önceki devlet ve medeniyetlerden kalma
eserler sergileniyor.
Sunum biraz basit ama enteresan eserler
var. Sunulan eserlerden Pakistan’ın aslında Hindistan yarımadasının (yarım
kıtasının demek gerekir) bir parçası olduğunun ve medeniyetlerin ortak olduğu anlaşılıyor.
Sadece İslam eserleri değil. Hindu, Sinh ve Jainizm'e özgü eserleri de görmek
mümkün.
Akşam kaldığımız Grand Luxus Hotel de açık
büfeden yedik. Gayet batılı bir düzende sunulan 8 çeşit (acılı, acısız,
soğanlı, patatesli, patlıcanlı, gibi) tavuklu yemekle Pakistan’da yemek
kültürünün bol baharatlı ancak çeşit bakımından sığ olduğunu anlamış olduk. Tatlısından
tuzlusuna tüm yemeklerde kullanılan baharat ise İLAYÇİ.
İkinci gün grubumuz tamamlandı. Turumuzda
bize rehberlik edecek Begüm Hanım Pakistan vizesi alamadığı için gelemeyince,
Pakistan’daki bölümde rehberlik etmek üzere Haydarabat Üniversitesinde okuyan
Ağrılı Muhammet kardeşimiz kılavuzluğunda tur programında öngörülen yerleri
dolaşmaya başladık.
Pakistan’ın en ünlü simalarından biri olan
Muhammed İqbal adının verildiği Grand İQBAL park içinden geçilerek, Badshahi
Cami ve Lahor kalesine gidildi.
Park Londra’daki Hyde Park kadar büyük bir
alan. Parkın içinde İqbal’in, Pakistan ulusal marşının şairi Asıf Han'ın
türbeleri var. Minar-el Pakistan kulesi parkın ilgi çeken bir yapısı. Parkın
diğer tarafındaki cami ve kale esas hedef olduğu için fazla oyalanmıyoruz.
Badshahi cami önünde başka bir görkemli
ibadethane daha var. Jain tapınağı imiş.
Ancak restorasyonda olduğu için doğrudan
camiye geçtik. Merdivenleri tırmanıp avluya girilirken ayakkabılarımızı çıkarıp
grup halinde bir torbaya koyup emanete bıraktık. Bu bölgede cami avlusunda
taşların üzerinde bile çıplak ayakla dolaşılacağını hatırlamış olduk. Babür
imparatoru tarafından 1670’li yıllarda inşa edilen Badshahi Cami İslam
tarihinde yakın geçmişe kadar dünyanın en büyük cami olarak kalmış. 100 bin
kişinin birlikte namaz kılabildiği bu cami şimdi de dünyadaki ilk 10 cami
arasında yer alıyor. Caminin avlusunun dört köşesinde minareler, tam ortasında
ise abdest almak için kullanılan havuz bulunuyor. Kıble tarafındaki 3 kubbeli,
camiye göre oldukça küçük kapalı bölüm ise Hindistan’da Delhi’deki Cuma camine
çok benziyor.
Caminin hemen yakınında LAHOR Kalesi var.
Lahor Kalesi aynı zamanda Walled City diye
de anılıyor. Çünkü içinde sarayından bahçesine, kışlasından şehrine kadar 42
kilometrekarelik bir alanı barındırıyor. 1566 yılında Babür imparatoru Ekber
Şah kalenin inşasına başlamış, 1605 yılında Jihangir şah bitirmiş. 1981
yılından beri Unesco Dünya mirası listesinde yer almakta.
Kalenin içindeki saray ve bahçeleri
muhteşem. Kum taşından inşa edilmiş binaların tezyinatları çok ilginç. Sarayın
dış cephesindeki oyma taş işçiliği çok güzel. İç mekanlardaki süslemelerde ise
beyaz mermer üzerine (içine) renkli kıymetli taşlarla
kakmalar yerleştirilmiş. Ne yazık ki geçen zaman içinde bu kıymetli taşların
çoğu sökülmüş, çalınmış. Yerleri boş oyuklar halinde kalmış.
Sarayın bahçesindeki havuzlara bir gün
güllü, bir gün Yaseminli sular akıtılıyormuş.
Kalenin girişinden itibaren o çağın en büyük ulaşım aracı olan fillerin rahat
girip çıkabilmesi için rampalar ve fil merdivenleri yapılmış. Walled City de
şimdi filler yerine elektrikli rikşalar ve klasik Pakistan Truck Artistleri
tarafından boyanmış açık minibüsler kullanılıyor. Turistler bu araçlara
bayılıyor.
Kaleden sonra gidilen Jahangir Tomb
(Cihangir Türbesi), daha girişinden itibaren Hindistan’daki Taj Mahali
anımsatıyor. Çünkü bu türbeyi de yaptıran kişi aynı. Her ikisini de Babür
İmparatoru Şah Cihan, babası için yaptırmış.
Şah Cihan Hindistan’ın Agra kentindeki Taj
Mahal'i ölen karısı için türbe olarak yaptırmış. Aralarında 1000 km.den fazla
mesafe bulunan aynı mimari özellikleri taşıyan bu iki yapının aynı kişi
tarafından yaptırılmış olması, Hindistan yarımadasının ve o zamanlar
hükümranlık yapan Babür imparatorluğunun gücünü ve büyüklüğünü düşündürüyor. Önce
yapılmış olan Jihangir in mozolesinde Taj Mahaldeki kubbeli kapalı mekan yok. Bahçe
düzenlemesi ise daha sade ancak plan ve konumlama çok benzemekte. Mezar taşının
üzerindeki mermer süslemeleri ise birbirlerini andırmakta.
Aklımız karışarak çıktığımız Jahangir mozolesinden
otele dönerken yiyecek bir şeyler arandık. Pakiler fast-food olarak, genelde
seyyar satıcıların hazırlayıp tekerlekli ve camekânlı tezgâhlarında sattıkları,
albenisi çok, haşlanmış patates, nohut, turp, havuç çeşitli sebze ve
meyvelerden oluşan salata şeklinde bir karışımı yiyorlar. Bardakların içinde
üzerine berrak bir sos dökülerek satılan bu fast-food çok seviliyor ki Lahor’da
her yerde rastlanıyor. Akşam yemeği yine otelimizdeydi ama bu sefer bizim için
özel menü hazırlanmıştı.
Ertesi gün geziye, Lahor'un yine Unesco
Kültür Mirası listesinde yer alan Şalamar bahçelerinden başladık. Yine Babürler
devrinden kalma, bu parkların nasıl bu güne kadar korunduğunu anlamakta güçlük
çektik. İnanılmaz büyüklük ve genişlikteki 3 kademeden oluşan park ve
içlerindeki havuzlarda, yakında daha alt seviyelerde akan nehir in sularının o
zamanki teknik ile nasıl yükseltilip akıtıldığını düşünmek zor geliyor. Orta
kademedeki havuzun sularının akıtıldığı şelalede kullanılan üzeri siyah
mermerle süslenmiş beyaz mermer taşın Dünyadaki en büyük işlenmiş yekpare
mermer taş olduğu söyleniyor. Şalamar bahçelerini dolaşırken burayı yaklaşık
250 yıl sömüren İngilizlerin Londra’daki parkları buradan esinlenerek
yaptıklarına inanmaya başladım.
Lahor’da turistlerin götürüldüğü, servetin
ve sefaletin iç içe olduğu ve hayvanların, motorlu veya motorsuz rikşaların hiç
bir kurala uymadan hareket ettiği bir trafik düzeninde, insanların ticaret
yaptığı bir eski şehir merkezi var. Burada her türlü mal var. Turistler daha
çok hediyelik eşya ve baharat alıyorlar. Buranın en ünlü ve aranan baharatı ise
İlayçi. Kabak çekirdeği ile iç Antep fıstığını andıran şekil ve renkte çok
keskin aromalı bu baharatın bir de siyah renklisi var. Oldukça pahalı olmasına
rağmen Pakistan mutfağında çok kullanılıyor. Burada en önemli yerlerden biri
Wazir cami ve eski hamam. Camide restorasyon devam ederken hamam restore
edilmiş. Sufi müzikli gecelerde eğlence için kullanılmakta.
Akşam otele döndüğümüzde çok şık giyinmiş
kadınlı erkekli kalabalıkla karşılaştık. Otelde düğün var. Aileler kadınlı
erkekli birlikte otele geldiler. Ancak kadınlar ayrı erkekler ayrı salonlara
alındılar. Damat ve sağdıçları özel kıyafetleri ile geldiler. Başlarında
hotozlu, tuğlu kıyafetleri ile lobide düğünün misafirlerini karşıladılar. Düğün
3 gün sürermiş. İlk gün kız tarafında kadınların katıldığı, bizim kına gecesi
benzeri bir gece yapılmış. Bu akşam otelde kadınların ayrı erkeklerin ayrı
salonlarda katıldığı yemekli düğün varmış. Ertesi gün ise erkek evine yakın bir
yerde tüm ailelerin birlikte katılacağı eğlenceli bir yemek olurmuş. Damat
akşam gelip gelini evine götürürmüş. Önce foto çekilmemesini rica ettiler ama
daha sonra hem erkeler hem kadınlar foto çekilmesine izin verdiler. Lahor’da ki
kalışımızı orijinal Pakistan düğünüyle bitiriyoruz.
Lahor fotoğraflarımıza buradan ulaşabilirsiniz.
Yarın istikamet Hindistan.
No comments:
Post a Comment