Saturday, May 2, 2020

LAHOR, PAKİSTAN





LAHOR,   PAKİSTAN




Kış mevsiminin soğuk günlerinde sıcak memleketlere gidip iliği kemiği ısıtmak iyi olur diye düşündüğümüz Aralık ayının ikinci yarısında Pekin Tur'un programı geldi. Program şöyle; Önce Pakistan, oradan Hindistan'a karayolu ile geçilip Amritsar gezilip, Haydarabat ve Kalküta ziyaret edilip Bangladeş'e geçilecek. Mart'ın ikinci yarısında 12 günlük bir program. 31 Mart'taki Yerel Seçimlere de yetişiliyor. Düşünecek bir şey yok. OK.

Derhal vize işlemleri için plan yaptık. Geçtiğimiz Hindistan seferlerinden edindiğimiz tecrübe ile internetten başvurulacağını, randevu alınacağını, gerekli evrakların ancak öyle sefarete verileceğini biliyoruz. Seyahat Mart ayında olacağı için vizelerin 3 aylık süreye girebilmesini düşünerek yılbaşından sonra başvurduk.

Önce Hindistan sefaretinden başladık. Çok uğraştırmadan vizemizi aldık. Ancak


vizeyi veren yetkili önemli bir açıklama yaptı “Bu tek girişli vize ile Hindistan'a sadece Karayolu Giriş kapısı olan WAGAH'tan ülkeye girebilirsiniz. Başka hiçbir hava veya deniz kapısından giremezsiniz.”.

Bizim için hava hoş, zaten programımız öyle dedik.

Daha sonraki hafta Pakistan vizesini aldık. Bangladeş sefareti ise Türklere kapıda vize verildiğini ancak, kapıdaki memurun sorun çıkartması olasılığını ortadan kaldırmak için önceden vize alınmasını tavsiye ettiği için sefarette gittik. 1 aylık vize vereceklerini, bu nedenle de Mart ayındaki gezi için Şubat’ın son haftasında gelin dediler. Ona da OK dedik. İlkel denecek yöntemlerle çalışan ancak insani ilişkilerin ön planda olduğu bir ortamda sorunsuz vizemizi aldık.

Ancak bu arada gezi programımız Haydarabat yerine Hindistan’da 5 değişik şehir de ilave edilince gezi süresi 17 günün üzerine çıktı. Emekli olunca zaman mesele değil. Ona da OK.


Şubat ayı girdiğinde Hindistan ile Pakistan’ın birbirlerinin uçaklarını düşürdüğü, savaşın eşiğine gelindiği, tüm sınır kapılarının kapandığı, (WAGAH dahil.) ve


Pakistan hava sahasının tüm uçuşlara kapatıldığı haberleri gelmeye başladı.


Pakistan hava sahası kapanınca alternatif güzergahlar araştırılmaya başlandı ancak vizemizdeki sadece WAGAH şartı nedeniyle başka çare olmadığı için geziye yine Lahor’dan başlanmasından başka çare kalmadığı gerçeğini kabul ettik. Yeter ki Pakistan hava sahası açılsın. Nitekim Pakistan hava sahası bir ay kadar kapalı kaldığı için uçuş programımızdaki THY uçuşları, Önce Gulf Air’e, daha sonra Qatar Air’e dönmek zorunda kaldı. Bir ay kadar süren savaş ortamı normale döndüğünde gezimizin başladığı 12 Mart tarihine sadece 2 gün kalmıştı. Grubun diğer katılımcılarının Vize sorunları ise ayrı bir hikaye.


Bu programı uygulamayı tüm zorluklara rağmen başaran EMRE PEKİN’i yürekten takdir etmek ve teşekkür etmek gerekiyor.

Neyse programa İstanbul‑DOHA‑Lahore seferine yapan QATAR havayollarının en yeni uçaklarından biri Airbus 350 ile başladık.


LAHORE, PAKİSTAN

Önce ilk defa gittiğimiz dost ve kardeş diye çocukluğumuzdan beri iyi bildiğimizi sandığımız Pakistan’ı öğrenmek lazım.

Haritalara bakıldığında Hindistan yarımadasının kuzeybatısında yer alan İndüs nehrinin suladığı çok yeşil bir coğrafyada yer alıyor. Batısında İran, kuzeyinde Afganistan ve Çin, doğusunda Hindistan bulunuyor. Güneyde ise Umman denizi var. Başkenti İSLAMABAT. (Eskiden Karaçi iken 1960’da Ravalpindi yakınlarında yeni kurulan İslamabat başkent olmuş.) Yüz ölçümü 700 bin km2 civarında. Nüfus ise 220 milyon olarak tahmin ediliyor. Federal Parlamenter İslam Cumhuriyeti’nin para birimi Pakistan Rupisi. PKR= 0.05 TRL.

1947’de İngiliz sömürgeliğinden Hindistan ile birlikte ayrılıp bağımsızlığına kavuşan bu ülkenin adı da kurulurken belirlenmiş. Hikâye şöyle:

Hindistan yarımadasının tümünde, İngiltere’den bağımsızlık için mücadele 19. yüzyıl sonlarında başlamış. Ayrılışın gerçekleştiği 1947 tarihine kadar çok mücadele edilmiş. Ayrılış kesinleştiğinde tek bir devlet yerine koca yarımadadaki Müslümanların ve Hinduların ayrı birer devlet kurmasına karar verilmiş.


Yarımadanın genelde batısında ve doğusunda yer alan Müslümanların tek bir devlet çatısı altında, Hinduların da Hindistan olarak devlet kurmaları kabul edilmiş.


Müslümanların kuracağı devletin adı ise ülkeyi oluşturan Pencap, Afgan, Keşmir, Sind ve Belucistan eyaletlerinin baş harflerinden oluşması kabul edilmiş. P‑A‑K‑S ile Belucistanın “istan” ı kullanılmış ve PAKİSTAN olmuş. Yani Pakistan yapay bir isim olarak devlet adı olmuş. Hint yarımadasını doğusundaki yaklaşık 1700 km mesafedeki Bengal eyaleti ise Doğu Pakistan olarak Müslüman ülke birliğine katılmış.

Tam bu sırada halkının %80 i Müslüman ,%15 i kendisi gibi Hindu olan Keşmir Racası anlaşmaya uymayıp bağımsız kalacağını ilan etmiş. Pakistan ise adını oluşturan Keşmir’in bu kararına karşı çıkıp askeri saldırılarda bulunmuş. Keşmir racası ise Hindistan’dan yardım istemiş. İngiltere’nin araya girmesi ile Keşmir özerk bir devlet olarak değil ama özel statülü bir yer olarak kalmış.


Halen mümbit toprakları ve zengin doğal kaynakları olan bu bölge Hindistan ile Pakistan arasında çatışmaların kaynağı olarak kalmaya devam etmekte.


Pakistan’da halen her eyaletin kendi dili konuşulurken resmi dil Urduca ve İngilizce olarak belirlenmiş. Yani resmi dillerinin yanında elan, kuzeyde Lahor da Pencabi. Güneyde Karaçi de Sindi, konuşuluyor. Tabii ki Belucistan’da Beluci kullanılıyor.


Bengalcenin konuşulduğu Doğu Pakistan ise 1971 yılında, aradaki 1700 km.lik coğrafi ve fiziki engel ile, koskoca Hindistan devletinin siyasi engeli realitesinden kaynaklanan nedenlerden ve Pakistan’ın resmi dil olarak Urduca konuşulması şartını getirmesini bahane ederek ayrılmış ve BANGLADEŞ İSLAM Cumhuriyeti olarak bağımsızlığını ilan etmiş. Sabah erken saatlerde geldiğimiz Lahor, Pakistan’ın kuzey eyaletlerinden Pencap'ın başkenti. Pencap, İndüs nehrini oluşturan 5 büyük akarsuyun geçtiği mümbit toprakları olan bir bölge. Tarım yanında tekstil endüstrisi çok gelişmiş durumda.


Şehrin nüfusu 12 milyon dolayında. Mart ayı olmasına rağmen hava sıcak ve puslu, şehir tozlu ve kalabalık. Eski İngiliz sömürgesi olduğu trafiğin soldan olmasından belli. Ancak İngiltere’den farklılık oluşturan temel şey çoğunluğu motosiklet ve 3 tekerli RİKŞA’ların yarattığı çooook gürültü. Bir de buna at ve eşeklerin çektiği arabalar ile yayalar katılınca trafik sadece soldan değil her yönden akar haline geliveriyor. Ülkede trafiğe çare bulmak için kavşaklara ışıklı düzenlemeler kurulmuş ancak uyulmuyor. Son zamanlarda radarlı, kameralı trafik kontrolleri yapılmaya başlanmış. Biraz etkisi olduğu söyleniyor ama çoook fırın ekmek yenmesi gerek.

Grubumuzun diğer üyeleri bir gün sonra gelebildikleri için, biz 3 kişi ilk günü kolayca ulaşılacak yerleri dolaşarak değerlendirdik. İlk gün Lahor hayvanat bahçesi ile ulusal müzeyi ziyaret ettik. Hayvanat bahçesi çok ilkel ve bakımsız. Anılarımıza yer edecek tek hayvan Bengal kaplanı. O bile zayıf ve çelimsiz göründü


Müze ise ilginç. Urduca, Arap harfleri ile yazılıp okunuyor. Müzenin kapısına İngilizce MUSEUM yanında Arapça da yazılmış. ACAİPKAR okunuyor. Müze de ülkede yaşamış önceki devlet ve medeniyetlerden kalma eserler sergileniyor.

Sunum biraz basit ama enteresan eserler var. Sunulan eserlerden Pakistan’ın aslında Hindistan yarımadasının (yarım kıtasının demek gerekir) bir parçası olduğunun ve medeniyetlerin ortak olduğu anlaşılıyor. Sadece İslam eserleri değil. Hindu, Sinh ve Jainizm'e özgü eserleri de görmek mümkün.

Akşam kaldığımız Grand Luxus Hotel de açık büfeden yedik. Gayet batılı bir düzende sunulan 8 çeşit (acılı, acısız, soğanlı, patatesli, patlıcanlı, gibi) tavuklu yemekle Pakistan’da yemek kültürünün bol baharatlı ancak çeşit bakımından sığ olduğunu anlamış olduk. Tatlısından tuzlusuna tüm yemeklerde kullanılan baharat ise İLAYÇİ.


İkinci gün grubumuz tamamlandı. Turumuzda bize rehberlik edecek Begüm Hanım Pakistan vizesi alamadığı için gelemeyince, Pakistan’daki bölümde rehberlik etmek üzere Haydarabat Üniversitesinde okuyan Ağrılı Muhammet kardeşimiz kılavuzluğunda tur programında öngörülen yerleri dolaşmaya başladık.


Pakistan’ın en ünlü simalarından biri olan Muhammed İqbal adının verildiği Grand İQBAL park içinden geçilerek, Badshahi Cami ve Lahor kalesine gidildi.


Park Londra’daki Hyde Park kadar büyük bir alan. Parkın içinde İqbal’in, Pakistan ulusal marşının şairi Asıf Han'ın türbeleri var. Minar-el Pakistan kulesi parkın ilgi çeken bir yapısı. Parkın diğer tarafındaki cami ve kale esas hedef olduğu için fazla oyalanmıyoruz.


Badshahi cami önünde başka bir görkemli ibadethane daha var. Jain tapınağı imiş.


Ancak restorasyonda olduğu için doğrudan camiye geçtik. Merdivenleri tırmanıp avluya girilirken ayakkabılarımızı çıkarıp grup halinde bir torbaya koyup emanete bıraktık. Bu bölgede cami avlusunda taşların üzerinde bile çıplak ayakla dolaşılacağını hatırlamış olduk. Babür imparatoru tarafından 1670’li yıllarda inşa edilen Badshahi Cami İslam tarihinde yakın geçmişe kadar dünyanın en büyük cami olarak kalmış. 100 bin kişinin birlikte namaz kılabildiği bu cami şimdi de dünyadaki ilk 10 cami arasında yer alıyor. Caminin avlusunun dört köşesinde minareler, tam ortasında ise abdest almak için kullanılan havuz bulunuyor. Kıble tarafındaki 3 kubbeli, camiye göre oldukça küçük kapalı bölüm ise Hindistan’da Delhi’deki Cuma camine çok benziyor.


Caminin hemen yakınında LAHOR Kalesi var.


Lahor Kalesi aynı zamanda Walled City diye de anılıyor. Çünkü içinde sarayından bahçesine, kışlasından şehrine kadar 42 kilometrekarelik bir alanı barındırıyor. 1566 yılında Babür imparatoru Ekber Şah kalenin inşasına başlamış, 1605 yılında Jihangir şah bitirmiş. 1981 yılından beri Unesco Dünya mirası listesinde yer almakta.


Kalenin içindeki saray ve bahçeleri muhteşem. Kum taşından inşa edilmiş binaların tezyinatları çok ilginç. Sarayın dış cephesindeki oyma taş işçiliği çok güzel. İç mekanlardaki süslemelerde ise beyaz mermer üzerine (içine) renkli kıymetli taşlarla kakmalar yerleştirilmiş. Ne yazık ki geçen zaman içinde bu kıymetli taşların çoğu sökülmüş, çalınmış. Yerleri boş oyuklar halinde kalmış.


Sarayın bahçesindeki havuzlara bir gün güllü, bir gün Yaseminli sular akıtılıyormuş. Kalenin girişinden itibaren o çağın en büyük ulaşım aracı olan fillerin rahat girip çıkabilmesi için rampalar ve fil merdivenleri yapılmış. Walled City de şimdi filler yerine elektrikli rikşalar ve klasik Pakistan Truck Artistleri tarafından boyanmış açık minibüsler kullanılıyor. Turistler bu araçlara bayılıyor.


Kaleden sonra gidilen Jahangir Tomb (Cihangir Türbesi), daha girişinden itibaren Hindistan’daki Taj Mahali anımsatıyor. Çünkü bu türbeyi de yaptıran kişi aynı. Her ikisini de Babür İmparatoru Şah Cihan, babası için yaptırmış.

Şah Cihan Hindistan’ın Agra kentindeki Taj Mahal'i ölen karısı için türbe olarak yaptırmış. Aralarında 1000 km.den fazla mesafe bulunan aynı mimari özellikleri taşıyan bu iki yapının aynı kişi tarafından yaptırılmış olması, Hindistan yarımadasının ve o zamanlar hükümranlık yapan Babür imparatorluğunun gücünü ve büyüklüğünü düşündürüyor. Önce yapılmış olan Jihangir in mozolesinde Taj Mahaldeki kubbeli kapalı mekan yok. Bahçe düzenlemesi ise daha sade ancak plan ve konumlama çok benzemekte. Mezar taşının üzerindeki mermer süslemeleri ise birbirlerini andırmakta.


Aklımız karışarak çıktığımız Jahangir mozolesinden otele dönerken yiyecek bir şeyler arandık. Pakiler fast-food olarak, genelde seyyar satıcıların hazırlayıp tekerlekli ve camekânlı tezgâhlarında sattıkları, albenisi çok, haşlanmış patates, nohut, turp, havuç çeşitli sebze ve meyvelerden oluşan salata şeklinde bir karışımı yiyorlar. Bardakların içinde üzerine berrak bir sos dökülerek satılan bu fast-food çok seviliyor ki Lahor’da her yerde rastlanıyor. Akşam yemeği yine otelimizdeydi ama bu sefer bizim için özel menü hazırlanmıştı.


Ertesi gün geziye, Lahor'un yine Unesco Kültür Mirası listesinde yer alan Şalamar bahçelerinden başladık. Yine Babürler devrinden kalma, bu parkların nasıl bu güne kadar korunduğunu anlamakta güçlük çektik. İnanılmaz büyüklük ve genişlikteki 3 kademeden oluşan park ve içlerindeki havuzlarda, yakında daha alt seviyelerde akan nehir in sularının o zamanki teknik ile nasıl yükseltilip akıtıldığını düşünmek zor geliyor. Orta kademedeki havuzun sularının akıtıldığı şelalede kullanılan üzeri siyah mermerle süslenmiş beyaz mermer taşın Dünyadaki en büyük işlenmiş yekpare mermer taş olduğu söyleniyor. Şalamar bahçelerini dolaşırken burayı yaklaşık 250 yıl sömüren İngilizlerin Londra’daki parkları buradan esinlenerek yaptıklarına inanmaya başladım.

Lahor’da turistlerin götürüldüğü, servetin ve sefaletin iç içe olduğu ve hayvanların, motorlu veya motorsuz rikşaların hiç bir kurala uymadan hareket ettiği bir trafik düzeninde, insanların ticaret yaptığı bir eski şehir merkezi var. Burada her türlü mal var. Turistler daha çok hediyelik eşya ve baharat alıyorlar. Buranın en ünlü ve aranan baharatı ise İlayçi. Kabak çekirdeği ile iç Antep fıstığını andıran şekil ve renkte çok keskin aromalı bu baharatın bir de siyah renklisi var. Oldukça pahalı olmasına rağmen Pakistan mutfağında çok kullanılıyor. Burada en önemli yerlerden biri Wazir cami ve eski hamam. Camide restorasyon devam ederken hamam restore edilmiş. Sufi müzikli gecelerde eğlence için kullanılmakta.


Akşam otele döndüğümüzde çok şık giyinmiş kadınlı erkekli kalabalıkla karşılaştık. Otelde düğün var. Aileler kadınlı erkekli birlikte otele geldiler. Ancak kadınlar ayrı erkekler ayrı salonlara alındılar. Damat ve sağdıçları özel kıyafetleri ile geldiler. Başlarında hotozlu, tuğlu kıyafetleri ile lobide düğünün misafirlerini karşıladılar. Düğün 3 gün sürermiş. İlk gün kız tarafında kadınların katıldığı, bizim kına gecesi benzeri bir gece yapılmış. Bu akşam otelde kadınların ayrı erkeklerin ayrı salonlarda katıldığı yemekli düğün varmış. Ertesi gün ise erkek evine yakın bir yerde tüm ailelerin birlikte katılacağı eğlenceli bir yemek olurmuş. Damat akşam gelip gelini evine götürürmüş. Önce foto çekilmemesini rica ettiler ama daha sonra hem erkeler hem kadınlar foto çekilmesine izin verdiler. Lahor’da ki kalışımızı orijinal Pakistan düğünüyle bitiriyoruz.


Lahor fotoğraflarımıza buradan ulaşabilirsiniz.

Yarın istikamet Hindistan.






No comments:

Post a Comment