Sevgili Dostlar.
Avustralya’da
ilk ayak bastığımız Perth’den, ülkenin 2. en büyük kenti Victoria eyaletinin
başkenti Melbourne geçmek için akşam yemeğinden sonra hava meydanına gidildi. Perth anılarını gözden geçirirken
buraya gelecek kişilere mutlaka hatırlatılması gereken bir noktayı unuttuğumu
gördüm. Gelirken internetten de araştırmış ve elektrik sisteminin İngiliz
standartlarına uygun olduğunu öğrenmiş ve ona göre priz adaptörü almıştım. Ama
burası ve Yeni Zelanda farklıymış. Buranın elektriği 220 volt ama prizleri eğik
delikli 3lü (topraklı ) soketler. İngiliz sitemindeki fişlerin yassı iğneleri
birbirine paralel olduğu için bu eğik soketlere girmiyor. Otellerde adaptör her
zaman bulunmuyor. Gelirken mutlaka buraya uygun adaptör getirin veya benim gibi
yapıp, fişi söküp çıplak kabloları prize sokun. Aksi halde i-phonenunuz iki gün
sonra şarjsız kalacaktır.
Perth
havalimanında rekabetçi sivil havacılık sisteminin yeni bir uygulamasını daha
öğreniyoruz. Rehberimiz Türkiye’den çıkarken uyarmıştı. Bagaj hakkımız 20 kg., sakın aşmayın diye. Biz zaten fazla
yük taşımıyoruz diye dert etmedik. Check-in yaparken öğrendik ki tur
operatörünün VIRGıN AUSTRALIA’dan aldığı ucuz biletlerde meğer sıfır bagaj kaydı
varmış. Tur operatörü, kişi başı 40 dolar ödeyerek sadece bir parça bagajın
uçağa verilmesini sağladı. Bu arada teknolojinin sayesinde Türkiye’deki tur operatörünün kredi kartı ipad ile Perth’deki gişe
görevlisine gösterildi de ödeme yapılabildi.
Melbourne
uçuşumuz 3 saat 25 dakika.Tabii ki uçakta her şey, su bile paralı. Bir an için
ülke içinde uçtuğumuzu düşünüp koca bir
kıtayı yarı boyunca geçtiğimizi ihmal
ediyoruz. Melbourne gelince saatlerimizi
ayarlamamız gerekiyor. 3 saat ileri
alıyoruz. 3.5 saat uçuş aniden 6.5 saat uçmuşa denk geliyor. Gece 10’da
bindiğimiz uçaktan sabah güneş doğarken
iniyoruz. Yani Türkiye ile saat farkı 9’a çıkarken , uykusuz bir gece daha
geçirmiş oluyoruz.
Melbourne’a sabah karga kahvaltısını etmeden önce
geldiğimiz halde rehberimizin üstün çabası ile normal şartlarda saat 14:00’de
açılması gereken oteldeki odalarımıza yerleşip sırtımızı biraz düzeltme fırsatı
buluyoruz.
![](file:///C:/DOCUME~1/SANDKC~1/LOCALS~1/Temp/msohtml1/03/clip_image002.gif)
Melbourne,
kıtanın güneydoğusunda güney kutbuna bakan kıyısında bizim Marmara denizi kadar
büyüklükte, nerdeyse tamamen kapalı denecek kadar korunmalı bir körfezin içinde
yer alan 3.7 milyon nüfuslu büyük, modern , organize ve tertemiz bir şehir.
Körfezin her tarafı nerdeyse doğal liman gibi olunca denizcilik ve gemi inşa sanayi gelişmiş. İstanbul’da sefer
yapan İDO nun katamaran gövdeli
teknelerin bazılarının burada inşa edildiklerini söylediler. Ama son zamanlarda
gemi inşa sanayinde bir çöküntü başlamış.
Ülkenin
başkenti olmak için Sydney ile yarışırlarken aradaki Canberra’ya kaptırmışlar
başkentliği. 1956’da olimpiyat oyunları burada düzenlenmiş.
Savaş
kahramanları anısına burada da çok büyük bir anıt türbe yapılmış. Koskocaman bir
parkın içerisinde yer alan anıtta yine Gelibolu savaşlarına katılanlar ilk önce
anılıyor. Görevli kişinin ikazı ile binaya girerken şapkalar çıkarılıp saygılı
bir şekilde ziyaret tamamlanıyor. Binanın yakınlarında bir LONE PINE (yalnız
çam) var. Gelibolu’dan getirilmiş. Özel hikayesi var. 1915 Çanakkale
savaşlarına katılan çavuş McDowell’in getirdiği kozalaklardan yetiştirilen çam
ağacı 80 yıl sonra 2012 de kurumuş, ancak onun yerine yine Çanakkale’den
getirilen çam dikilmiş. Özenle korunuyor. Park son derece güzel ve tertemiz.
![]() |
![]() |
||
Ancak
ayrıca bir köşesinde buraların kaşifi Kaptan James Cook’un evinin benzerinin
bulunduğu bir botanik bahçesi daha var. Bahçedeki çiçeklerin renkleri ve
güzellikleri kolay anlatılır gibi değil. Sadece şunu söyleyeyim gerisini siz
düşünün. Evlenenler nikah kıyafetleri ile resim çektirmek için bu parkın
içindeki serayı fotoğraf stüdyosu olarak kullanıyorlar. Çiçekler o kadar
büyüleyici.
Melbourne’da
bol miktarda Yunan asıllı göçmen varmış ama biz sadece börekçilik yapan,
gözleme satan, dönercilikle uğraşan soydaşlarımızı görüyoruz. Fırsat bulup
konuştuklarımız yaklaşık 30 yıldır burada olduklarını ancak hala
alışamadıklarını söylüyorlar. Oysa Melbourne’da hayat kolay gibi görünüyor.
Şehirde belediye otobüsleri yanında tramvaylar var. Ayrıca daha uzun mesafeli
taşra mahallelerine işleyen trenler var. Şehrin merkezi bölgesinde ring seferi
yapan yaklaşık 10-15 duraklı bir tramvay hattı var. Bu hatta eski model
vagonlar çalıştırılıyor. Her iki yönde de tur yapan bu nostaljik hat
turistlere bedava. Akşamları ise bu hatta restorana çevrilmiş nostaljik
vagonlar turistlere yemekli sefer yapıyorlarmış. Şehrin merkezinde BURKE Street
yayalaştırılmış bir bölge. Bir ucunda eyalet parlamento binası, diğer ucunda
istasyon binası yer alıyor. Tahminen 1 km. uzunluktaki bu yaya bölgesinde her türlü dükkan var. Caddenin
arka tarafında ise Çin mahallesi yer alıyor. Sokağın başındaki kırmızı üzerine
sarı yaldızlarla yazılmış Çince ve İngilizce sözler ve dükkanların önlerine asılmış
irili ufaklı kırmızı kağıttan yapılmış fenerler mahalleye gelen müşterileri
karşılıyor. Burası Çince gibi karışık, düzensiz, oldukça pis ama çok
renkli.Sadece yaya bölgeleri tertemiz ve çok düzenli.
![](file:///C:/DOCUME~1/SANDKC~1/LOCALS~1/Temp/msohtml1/03/clip_image008.gif)
Kaldırıma
park etmiş bekleyen Paramedic Ambulans lar göze çarpıyor. İnsanın aklına gelen
ilk soru acaba bu kadar sakin, temiz ve emniyetli görünen burada, bu kadar
hayati tehlike yaratan ne var da bu ambulanslar acil ilk yardım için
bekletiliyorlar. Anlaşılan insan hayatına ve sağlığına verilen önem biraz
abartılı da olsa ön planda yer alıyor.
Ana
istasyon binasının da İngiliz hükümeti tarafından dominyonlarına yapılmak üzere
aynı anda planlandığı ancak, bir karışıklık sonucu, Hindistan’da Delhi’ye
yapılacak olanın Melbourne’a yapılmış olduğuna dair bir rivayet var. Büyük bina
buraya, küçük proje Delhi’ye yapılmış. Hintliler çok kızıyormuş. Melbourne’a
Cuma sabahı inmiştik. Pazar günü F1 yarışları varmış. Gezdiğimiz Taksim meydanı
benzeri Federation Square de, AVM girişlerinde, şehrin ortasından akan Yarn
nehrinin kenarlarındaki parklara, F1
yarışmacı takımlarının stantları
kurulmuş. Ferrari’nin, Mercedes’in markalı ürünleri satılıyor. Ama fiyatlar astronomik,
bakıp geçiyoruz.
Melbourne’da
ilk gecemizi bilmeden girdiğimiz kumarhanede karşılıyoruz. Yarn nehrinin
kenarında Crown Otelinin altında bir kumarhane var. O kadar büyük ki içinde
dolaşırken yorulduk.
Las
Vegas’taki kumarhaneleri andırıyor. Her yerde tek kollu canavarlar ışıklı
gösterilerini yapıyor. Çift kollu güzel hanım veya yakışıklı bey krupiyeler
insanların kazanma duygularını sömürüyorlar. Bir tarafta en pahalı deniz
ürünleri yenirken diğer tarafta en nadide içkiler tüketiliyor. Biz kendimize
hakim olup kumara bulaşmadan dolaşırken tek kollu makineler arasına asılmış
uyarı yazıları dikkatimizi çekiyor.
“
Zararla karşılaşırsanız arkasından GİTMEYİN.”
“
Hırsınıza HAKİM olun .”
“
Kendi sınırlarınızı bilin. ZORLAMAYIN”
“Hiç
unutmayın . Her zaman SONUNDA MAKİNE KAZANIR.”
Anlıyoruz
ki bunlar yasal uyarılar.
Artık
Avustralya’nın ŞARTLI yaşam tarzına alışma zamanı geliyor anlaşılan. Her şey
kuralına göre yapılmalı. Ülkede içki ruhsatlı yerlerde satılabiliyor. İzin alınmış
yerlerde içilebiliyor. Caddelerin bazen sokakların isim tabelaları yanına ALCOHOL
FREE bölge işaretleri konmuş. Bu bölgelerde alkol tüketimi yapılamıyor. Alkol
içilebilecek yerler kesin kez belirlenmiş. Örneğin bizim otelimizin altındaki
kahvaltı salonu akşam lisanslı bir bar olarak hizmet veriyor. İki veya üç masa
da yol hizasındaki bahçede yer alıyor. Ancak bahçeden yola çıkılan eşik üzerine
konan tabela ile o noktadan sonra alkol içilmesinin yasak olduğu belirtiliyor. Az
alkollü içecekler de buna dahil. Yarn nehrinin kenarında F1 yarışları için
kurulan festival alanında açık havada alkollü ve alkolsüz içecekler bir arada
satılıyordu. Bizde birer cider alıp nehrin kenarındaki parkta çimlere oturup
yürümekten şişen ayaklarımızı uzatarak içmek istedik. Anında polisler kapıdan
çevirdiler ve elimizde bardaklarla dışarı çıkmamıza izin vermediler. Sigara
içmek keza yasak. Çocuk parklarında, oyun sahalarına 5 metreden yakın alanlarda
sigara yasak. Otel odalarında tümden yasak. Hatta otel odalarının kapılarına
asılan yazılarda mealen şöyle deniliyor. “Odada sigara içildiğine dair bir
duman veya koku hissedilirse, yangın var diye algılanıp gereken müdahale
yapılacaktır”.
Philip Island
Öğleden
sonra yaklaşık 120 km uzaklıktaki Philips Island a gidildi.
Burası
deniz kıyısında çok tatlı bir plajı olan sayfiye şehri. Adı üzerinde bir ada
ama köprüyle geçildiği fark edilemiyor.
Adada
eski model arabalar için bir yarış düzenlenmiş. Şehirde F1 yarışı, sayfiyede
Nostaljik araba yarışı yapılıyor yani. Her yer ana baba günü. Günlerden
Cumartesi üstelik . Öğleden sonra saat 15 de tüm dükkanlar kapandı. Turistik bir bölgede bu kadar aktivite varken
yiyecek satanlar dahil, tüm dükkanların kapanmasını hayretle karşıladık. Bizde
olsa sabaha kadar açık olacağını bildiğimiz yerler kapalı. Anlaşıldı ki
KURALLAR böyle. Hafta sonlarında 5 saatten fazla çalışılamazmış. Aksi halde
vergiler ve sigorta primleri altından kalkılamayacak kadar yükseliyormuş.
PINGUINS’ PARADE
Buraya
geliş amacımız akşam Penguenlerin geçişini seyretmek. Güney kutbunun bir
hayvanı olan penguenlerin bir cinsi buralarda mekan tutmuş. Yuvalarını Philips
adası kıyılarında bir bölgeye yapmış. Önce yuvaların olduğu bilinen bölgelerde
otobüsle dolaşılıyor. Yolda bizdeki köpek ölülerinden çok Walabi leşine rastlanıyor.
Walabiler bir kanguru türü. Köpek büyüklüğünde tarlalarda otlanan bir cins
küçük kanguru. Ancak otomobillerden kaçamayıp telef oluyorlar. Çiftçiler için
zararlı hayvan niteliğindeler.
Aynı
yollarda Cape de Verde kazlarına da rastlıyoruz. Onlar da doğal yaşamlarını
sürdürüyorlar ama kaz ölüsüne rastlanmıyor. Acaba onlar kaz kafalı da ondan mı
diye düşünmeden edemiyor insan !.
![](file:///C:/DOCUME~1/SANDKC~1/LOCALS~1/Temp/msohtml1/03/clip_image010.jpg)
Parka
girişteki alan sanki Kennedy uzay üssüne girilmiş gibi düzenlenmiş. Işıklı
tabelalarda Penguenlerin önceki gece kaçta geldikleri gösteriliyor. Bu gece
gelecekleri tahmin edilen saate kadar geri sayım başlatılmış. Işıklı
tabelalardaki azalan saniyeler heyecanı artırıyor. Özellikle sessizliğe önem
verilmesi ikaz ediliyor.
Tahminen
yarısından fazlası çocuk, 10 bin kişi tribünlerdeki yerini alıp gittikçe
kararan ve serinleyen gecede beklemeye başladı. Bekle bekle gelen yok. Sabrımızın
zorlandığı bekleme sonrasında bizim görebildiğimiz 20 kadar penguen dışında
denizden çıkan olmadı. Hevesimiz kursağımızda kaldı. Fiyasko için yapılan açıklamada, tüy değiştirme dönemine rastlayan böyle
günlerde penguenlerin çoğunun sabah fırtına nedeni ile denize açılmayıp
yuvalarında kalmış olduğu belirtildi. Aslında doğal yaşantılarını kişi başına
22 dolara bilet satarak SHOWa dönüştüren
zihniyete Penguenlerin küçük bir protestosu olarak da bakılabilir.
Su pınarları.
Ertesi
sabah şehirde alış veriş zamanı verildi, ama o da fiyasko çünkü fiyatlar abes. Kendimizi
çok methedilen botanik bahçelerine vuruyoruz. Bahçeler nehir kenarından
yürüyerek ulaşılabilecek bir yer gibi göründü ama hava sıcaklığının 35 derece
olduğu ve festival nedeni ile trafiğin kapatılan ve insanların dolup taştığı
yollarda yürümekten bitap düştük. Queen Victoria Royal Botanik Gardens’da ulu
ağaçlar ve yemyeşil çimenler çok etkileyici ama her tarafını dolaşmaya ne
vaktimiz ne mecalimiz yetti.
İyi
ki iklim şartları yanında ekonomik şartları da dikkate alan belediyeler oldukça
sık aralıklarla insanların içmeleri için su pınarları koymuşlar. Bu pınarlar
olmasa insanlar, benzinden pahalı suya para yetiştiremezler.
![](file:///C:/DOCUME~1/SANDKC~1/LOCALS~1/Temp/msohtml1/03/clip_image012.gif)
YARN
VADİSİ.
Modern
ve lüks şehir hayatının yanında taşradaki yaşamı da öğrenmek amacıyla yapılan
gezide Yarn nehrinin adını verdiği vadide bir tur yapıldı. Özellikle dünya
şarapçılığında söz sahibi olmayı hedefleyen bu bölgede üzüm bağları son derece düzenli.
Mevsim itibari ile birkaç hafta sonra bağbozumunun yapılacağı asmalar, kuşların
talanından korunmak üzere bembeyaz ağlarla kaplanmış bekliyor. Şaraphanelere
ziyaret ve ürünlerden tatmak hem paralı, hem de ancak randevu ile mümkün
olabiliyor. Meyve bahçeleri de aynen bağlar gibi çok özenli ve düzenli.
![](file:///C:/DOCUME~1/SANDKC~1/LOCALS~1/Temp/msohtml1/03/clip_image014.jpg)
Vadide
ayrıca bira fabrikaları var. Bunlardan biri White Rabbit Fabrikası. Ziyaretçilere
bira imalatı gösteriliyor. Fast food yanında Ale birası servisi de yapılıyor.
Gün
batmadan Melbourne havaalanının yolu tutuluyor.
Hedef
Tasmanya. Havaalanında yan yana duran iki dev uçak gözümüze çarpıyor. Biri B747
diğeri A380. A380 rakibini alt etmiş gibi duruyor. Boyutlarlı itibariyle akla
ziyan veren, yerinden kıpırdaması şüpheli görülen, Emirates in A380 i birkaç
dakika sonra kuş gibi uçtu gitti.
Biz
de Tasmanya’ya uçacağız.
Albümümüz
burada...
No comments:
Post a Comment